Önceki gün yazdım. "Olmamış" dedim. Daha da yazacağım. Yazmalıyım... Yazmalıyım ki, bu kadar güzel ve faydalı bir televizyon programı heba olup gitmesin.
Çek Bakalım'ın ilk bölümü gerçekten de çekilmezdi. Yazımın başlığını bu yüzden "Allah çektirmesin" diye atmıştım. Şaşıranlar çoktu. "Adam kendi grubunun televizyonundaki en iddialı programa ne biçim çakmış. Kovulmak istiyor galiba" diyenler bile oldu.
Böyle söyleyenler, bu köşenin yıllardır varlık nedenini, sektörün referans noktası oluşunun sebebini, henüz kavrayamamış olanlardı. Bu köşede hatır gönül üzerine yorum yapılmaz. Yakından Kumanda gördüğünü çalar. Şike yapmaz, teşvik primi vermez! Ve daha da önemlisi; bu grubu yönetenler, gerçek yöneticidir, diğerlerine benzemez.
Esasında kendi grubunu kayırmak böyle olur. Zira yanlışa, çirkine sırf hatır için göz yummak, dalkavukluk yapmak, eyyama soyunmak, hepimizin ekmek yediği bu yuvaya en büyük ihanettir.
Yazmalıyım, hem de en sertinden yazmalıyım ki, yanlıştan daha çabuk dönülsün, bu şirket daha çok kazansın, kazanalım...
Bir kere ilk elemede hata var. Yurt dışında eğitim görmüş, usta yönetmenlerin work shop'larına katılmış, profesyonel sinemacıların her türlü ekonomik ve teknolojik imkanı kullanarak çektikleri mükemmele yakın filmlerle, bir kaç hevesli gencin neredeyse cep telefonlarının kamerasıyla çektikleri filmleri aynı kategoride değerlendirmek haksızlık.
Bir de elinize geçen her görüntüyü "İşte bu da amatörlerin çektiği kısa film" diye ekrana sürmek, ancak insanları sinemadan soğutmaya yarar, o kadar!
Ve süre... İnsanların neredeyse kapağını açıp buzdolabında oturmaya niyetlendiği şu bunaltıcı yaz gecelerinde, hem de pazar gününde kısa film yarışmasını üç buçuk saat boyunca yayınlamak akla, mantığa sığar mı? Bir şarkı yarışmasını bütün bir geceye yayıp günü kurtarmak mümkün olabilir. Ama sinema yarışması öyle mi? İnsan birbiri ardına dizilmiş ve çoğu 'heves'ten öteye gidememiş sözde kısa filmlere onca saat tahammül edebilir mi? Sinemada filmi beğenmediğiniz zaman parasını verdiğiniz için ya da diğer seyircileri rahatsız etmemek adına salonu terk edemezsiniz. Ama televizyon öyle mi? Zap'larsınız diğer kanala, olur biter... Arka arkaya 15- 20 film izlemek, seyirci açısından zahmetli bir iştir. Gerçek televizyonculuk ise bu zahmeti, keyfe çevirme sanatıdır.
Bir de internette milyonlarca kez tıklanmış, haber bültenlerine defalarca konu olmuş, neredeyse her karesini ezbere bildiğimiz amatör filmleri, yarışma kategorisine dahil etmek, programın naftalin kokmasına sebep oluyor; benden söylemesi...
Hıncal Uluç, Okan Bayülgen, Hülya Avşar... Bu üçünü bir araya getirip sadece aralarında sohbet ettirseniz bile en az 5 reytinginiz garanti. Bu muhteşem üçlüyü ekrana toplayıp da bir programı izlettirememek ise ayrı bir sanat!..
Programın trafiği öyle karışık, dört saatlik çekimi öyle zahmetliydi ki, o muhteşem jüri bile sağduyusunu yitirmiş gibiydi.
Filmlerden birinde yakışıklı genç, (Hülya bile bu aktöre bayıldı) bir genç kızı etkilemek için görme engelli taklidi yapıyordu. Jürinin içinden biri de çıkıp "Yahu Arnold ile Brad karışımı bu delikanlı, sıradan bir kızı etkilemek için niye kör taklidi yapsın ki?" diye bile soramadı. O kadar yani...