Biz müritleri, yıllık olağan Sezen Aksu ayinimizi cuma gecesi Kuruçeşme Arena'da gerçekleştirdik. Şarkılarıyla adeta "hu" çektik, anlattıklarıyla transa geçtik... Ama bu kez Sezen bizi değil, biz Sezen'i tedavi ettik, şifa verdik. Çünkü Sezen kötüydü. Bizlere hissettirmemeye çalışsa da kendini kötü hissettiği her halinden belliydi. Hem de 20 yıldır söylediği şarkısının sözlerini unutacak kadar kötü... Sezen'in can dostu Cano'suz ilk konseriydi. Dört ayaklı dostlarına, can yoldaşlarına, "ailenin ferdi gibi" sevgi beslemeyenler, evlerini evcil hayvanlar ile paylaşmayanlara bunu anlatmak zor. Ben "damdan düşeli" neredeyse bir yıl olacak. Sevgili kedim Siyami'nin evimde bıraktığı boşluk dolmuyor... Bu nedenle Sezen'i çok iyi anlıyorum. Sezen Aksu, buna rağmen Boğaz'da bir kahkaha meltemi estirmeyi başardı. İzleyenleri, artık Sezen'in şarkılarını bitirmesini dört gözle bekler oldu. Zira o şarkı aralarında paylaştığı komik anıları, muhteşem esprileri ve unutulmaz taklitleri, artık neredeyse şarkılarının önüne geçti. Bu müthiş talk show programını sadece konserlerdeki bir kaç bin kişinin paylaşıyor olması, izleyemeyenler adına ne büyük talihsizlik... Sezen, acısını bizleri güldürerek hafifletti. Yüreğindeki sızıyı; alkışların, kahkahaların içinde boğdu. Bizi evlerimize mutlu göndermekle, acısını soğuttu, açık yarasına pansuman yaptı. O gece "Çakkıdı" söylenmedi. Eminim o dakikalarda Cano; Onno Tunç ile Aysel Gürel'in arasında, cennetin o yemyeşil bahçelerinde neşe ile koşturup, duruyordu... Sezen Aksu sahnede kendisine yapılan tanrıça muamelesinden yakınıp, durdu. "Yapmayın böyle, azdırmayın bizi. Hadi ben alıştım ama genç arkadaşlara böyle yapınca, yoldan çıkarıyorsunuz onları" dedi. Biliyorum yine kızacak. Ama söylemek zorundayım: Ben, bugüne kadar Sezen Aksu'nun elini hiç tutmadım. Konserlerinden sonra kulisine hiç gitmedim. Biz faniler gibi etten-kemikten ibaret olduğunu görmemek, bilmemek için...