TÜRKİYE dün yeni bir kâbusa uyandı. İstinye'deki ABD Başkonsolosluğu'na yapılan saldırıda üç polis şehit olurken, üç saldırgan da öldürüldü. Ve bu tür olaylarda sıkça yaşadığımız gibi haber kanalları arasında rekabetten doğan aceleci ve özensiz bir "haber yarışı" başladı. Şimdi kendinizi şehit polislerin ailelerinin yerine koyun. Öğleye doğru televizyonu açıyorsunuz. Gün ışırken göreve uğurladığınız oğlunuz, eşiniz ya da nişanlınızı ekranda kanlar içinde, göğsüne kalp masajı yapılırken görüyorsunuz. Polislerden kimi yerde öylece yatıyor, kiminin vücudundan akan kanla, çekilen sarı emniyet şeridi kızıla boyanmış... Vali ve Emniyet Müdürü medya mensuplarına açıklama yaparken, "Şehitlerimizin isimlerini size şimdilik veremeyiz. Ailelerinin önce bizden duymalarını istiyoruz..." diyorlar. Belli ki şehitlerin ailelerinin yaşadığı evlere özel eğitimli görevliler, ambulanslar eşliğinde gidecek. Ailelerin yaşayacağı duygusal travma, en aza indirilmeye çalışılacak. Ama hayır! Vahşi reyting rekabeti buna izin vermiyor. Vali'nin ricasından bir dakika sonra muhabirler şehit polislerin adlarını açıklıyor. İsimler sıra sıra ekranın altından yazıyla geçiliyor... O da yetmiyor. Olay yerinden kaçtığı iddia edilen aracın plakası, "operasyonların selameti göz ardı edilerek" yayınlanıyor, telaffuz ediliyor. Görgü tanıklarının ifadeleri, can güvenlikleri hiçe sayılarak adları, soyadları hatta görüntüleriyle yayınlanıyor. Üzülüyorum... Şehitlerimize, acılı ailelerine ve bazı duyarsız meslektaşlarıma...