Dün Seda Sayan'ın stüdyosu "tarihi" görüntülere sahne oldu. Bir anne, kızının uyuşturucu komasına girip, öldüğünü stüdyoda öğrendi. Konu, uyuşturucuya karşı gençleri ve aileleri uyarmak, bilgilendirmekti. Stüdyoda Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin eski başhekimi Arif Verimli de vardı. Cezaevinden çıktıktan sonra intihar eden erkek arkadaşının evine giden ve sabah burada aşırı dozda eroinden ölü bulunan Esrahan Koçyiğit'in annesi Nahide Hanım tedavi gördüğü için kızının ölümü ona söylenmemişti. Talihsiz anne, kızının öldüğünü, tekerlekli sandalye ile getirildiği canlı yayın stüdyosuna girmeden bir dakika önce öğrendi ve gözyaşlarına boğulup, feryat etmeye başladı. Arif Verimli'nin müdahalesiyle acılı anne güçlükle kendine geldi ve yaşadığı acı hayat tecrübelerini canlı yayında izleyenlerle paylaşmaya başladı. Seda Sayan'ın, geleceğimizi tehdit eden uyuşturucu belasına karşı verdiği mücadeleyi yürekten destekliyorum. Ancak bu kez "yöntemi" yadırgadım. Evet, insanları bu beladan uzak tutabilmek için "çarpıcı" görüntü ve söylemlere ihtiyaç var. Ama bir anneye evladının öldüğünü canlı yayın öncesi söylemek, bana "acımasız bir yöntem" gibi geldi. Acılı anne daha önce de "Bir Eroinmanın Annesi Olmak" adlı kitabı nedeniyle Seda Sayan'ın programına katılmış ve uyuşturucu müptelası kızını, düştüğü karanlık kuyudan kurtaracağını söylemişti. Ama ne yazık ki başaramadı. Kadının omuzlarında bu vicdani sorumluluk varken, üstelik tedavi görüyorken ve stüdyoda yaşayacağı psikolojik travma hesaplanmadan, her şeyin "sıcağı sıcağına" milyonların önünde konuşulması ne kadar doğruydu? Nahide Hanım, acısı biraz hafifledikten sonra, yani birkaç gün sonra stüdyoya konuk edilse, ne kaybedilirdi ki? Dahası, her konuda görüşlerine katıldığım, bir yazar olarak bilgisinden ve deneyiminden çokça yararlandığım Arif Verimli hocamız böyle riskli bir yayını nasıl kabul etmişti? Bir kez daha söylüyorum: Uyuşturucu ile mücadele cephesinin gönüllü neferiyim. Ama "uzmanlık dışı yöntemlere" de sonuna kadar karşıyım.