Kamuoyunun belleğinde onun İstanbul ziyaretinden üç görüntü kaldı: Gelişinde özel uçağından (Boeing 747) taşıya taşıya bitmeyen bir ton hurma. Gidişinde VİP salonunda Başbakan Erdoğan'la görüşürken XRay cihazından geçirilen sakal-ı şerif sandığı. Ve bir de bu ikisinin arasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'la yatırım anlaşmasına 5 milyar dolar değerindeki imzasını koyduktan sonra Erdoğan'la Sultanahmet Camii'nde kıldığı teravih namazı O? Arabistan şahinleri gibi insanın içini delen kömür karası gözleriyle, sivri sakalıyla, geleneksel Arap giysilerini de, Batı kostümlerini de aynı rahatlıkla taşıyan kare omuzlarıyla bir çöl serabı. İşte huzurlarınızda Dubai Veliaht Prensi ve Birleşik Arap Emirlikleri Savunma Bakanı Şeyh (ve General) Muhammed Bin Raşid El-Maktum. Doğrusu onu tek cümleyle anlatmamız istense epey zorlandıktan sonra şöyle diyebilirdik: 21'nci yüzyıl teknolojilerini özümsemiş bir ozan, dünyaya değişmeyeceği atlarından birinin sırtında ufuk çizgisine dörtnala gitmeyi nefes kesen lükse sahip özel uçağıyla dilediği diyarlara uçmaya tercih eden bir modern bedevi, ot bile bitmeyen çölde, 21'inci yüzyıl kentini yaratan bir vizyon sahibi. Ancak (Bu cümlenin gerisini yazının sonunda bulacaksınız.)
***
Her şey 18 Şubat 1968'de çölde bir çadırda başladı. Abu Dabi Valisi Şeyh Zayed Bin Sultan El-Nayan kendisi gibi yere bağdaş kurmuş konuğa sordu: "Evet Raşid, cevabını bekliyorum. Ne diyorsun, birlik kurabilecek miyiz?" Dubai Valisi Şeyh Raşid bin Seyyid El-Maktum gülümseyerek yanıt verdi: "Gel kucaklaşalım Zayed ve kaderimizi birleştirecek anlaşmayı yapalım. Tamam, devletin başkanı sen olacaksın." Bugün 7 emirliği çatı altında toplayan birlik böyle doğdu. Yani Birleşik Arap Emirlikleri. Aslında Bani Yas aşiretinden olan El-Maktum ailesi de Abu Dabi kökenliydi ama Zayed'lerle neredeyse 150 yıl boyunca didişip durmuşlardı. 1833'te El-Maktum'lar Abu Dabi'yi terk etmiş ve direnişle karşılaşmadan Dubai'yi ele geçirmişti. O zamanlar Dubai sadece iki küçük köydü ve halkı korsanlıkla geçimini sağlıyordu. Bir de inci avcılığıyla. İşte o göç ve sonrasında ayrı devlet ya da beylik kurulması Abu Dabi ile Dubai arasında epey çatışmaya neden olmuştu. İngilizler 1892'de bölgeyi himayesine alıncaya kadar. 1968'de Şeyh Zayed ile Şeyh Raşid buluştuklarında, Kraliçe II. Elizabeth'in himayesi sona ermek üzereydi. İngiltere 1971'de bölgeden çekileceğini açıklamıştı. Tam da Birleşik Arap Emirlikleri'ni oluşturacak beyliklerde, ama özellikle de Dubai'de zengin petrol yataklarınının bulunduğu sırada. Çöldeki çadırda kucaklaşmayla yeni devletin temellerinin atıldığı 1968 yılında Şeyh Raşid'in dört oğlundan üçüncüsü Şeyh Muhammed Bin Raşid El-Maktum, delikanlılık çağına geçmek üzereydi. 1949 doğumluydu. Çocukluğunu kardeşleriyle (Şeyh Maktum, Şeyh Hamdan ve Şeyh Ahmet), geniş sülalesinde sayıları hayli fazla yeğen ve kuzenleriyle ve de Dubai'nin önde gelen ailelerinin oğullarıyla oynayarak, ama bir yandan da özel dersler alarak geçirdi. Dedesi Şeyh Seyyid'in Dubai Şurası'nı tahta iskemlelerde topladığı günlerdi. Muhammed de parmak kadar boyuna bakmadan dedesinin dizi dibine oturup, "Memleket sorunları"nı öğreniyordu. Bir tür staj. Kıvrak zekası ve yaşıyla oranlanamayacak olgunluğu, onun ilerde diğer emirliklerin ya da krallıkların uçarı prenslerinden farklı biri olacağını gösteriyordu. Tahminleri ya da umutları boşa çıkarmadı. Ama okuma-yazmadan önce ata binmeyi ve avcılığı becerdi. Özellikle de "soylu Arap sporu" şahinle avcılığı.
ŞEREF KILICI
Eğitimi 4 yaşında özel öğretmenlerle başladı. Arapça ve din dersleri aldı. 1955'te, 6 yaşında Dubai'nin o dönemde en seçkin eğitim kurumlarından El- Ahmediye Okulu'na yazdırıldı. Müfredatı: Arapça gramer, İngilizce, matematik, coğrafya ve tarih. Okul öncesi eğitimi sayesinde hep sınıf birincisi oldu. 10 yaşında ortaokula geçti, 2 yıl sonra da liseye. Dedesi Şeyh Zayed 9 Eylül 1958'de vefat edince, babası Dubai'nin yeni valisi oldu. Yeniliklere açık bir yöneticiydi. Yakın çevresini bankacılardan, girişimcilerden, tüccarlardan ve çeşitli alanlardaki uzmanlardan oluşturdu. Muhammed içte bu çevrede girişimcilik ruhunu kaptı. Ancak önce öğrenimini tamamlaması gerekiyordu: 1966'da yeğeni Şeyh Muhammed Bin Halife El-Maktum ile birlikte Londra'ya gönderildi. Cambridge'teki Bell Scholl of Languages'a kayıtları yaptırılmıştı. Avrupa'nın en iyi dil okullarından biri. Muhammed, federasyon görüşmelerinin hazırlıkları yapılırken Londra'daydı. Babasının isteğiyle ülkesine döndü ve 18 Şubat 1968'deki tarihi buluşmaya katıldı. Körfez'de yeni bir dönem başlıyordu. Muhammed de bu dönemdeki rolüne hazırlanmak için İngiltere'ye döndü. Sıra ünlü Mons Officier Cadet'in katı disiplinli eğitiminde pişmeye gelmişti. Çoğu öğrencinin yarıda pes ettiği okulu parlak dereceyle bitirdi ve bir "Şeref Kılıcı" ile ödüllendirildi. Artık eğitimini tamamlamıştı. Dubai'ye döner dönmez, 1 Kasım 1968'te babası Şeyh Raşid onu polis ve kamu güvenliği şefliğine atadı. Bu onun devlette ilk göreviydi ve henüz 19 yaşındaydı. 1968 Şubat'ında çöldeki buluşmada uzlaşmayla temelleri atılan Birleşik Arap Emirlikleri projesi 2 Aralık 1971'de gerçekleşti. O gün 6 emirliğin liderleri Dubai'de Şeyh Raşid'in sarayında bir araya gelip Birleşik Arap Emirlikleri'ni kuran geçici anayasayı imzaladı. Birkaç gün sonra da Birleşik Arap Emirlikleri'nin başbakanlığına getirilmiş olan Şeyh Maktum, kardeşi Muhammed'i yeni devletin Savunma Bakanlığı'na atadı. Hem de general rütbesiyle. Muhammed böylece dünyanın en genç savunma bakanı ünvanını kazandı. O görevini 34 yıl sonra bugün bile sürdürüyor. Şeyh Raşid, Dubai'yi dönüştürme hayalleri kuruyordu ve oğullarının o düşlerini gerçekleştirebileceklerine inanıyordu. 25 Ağustos 1977'de Dubai havaalanının yönetimini Muhammed başkanlığındaki bir kurula verdi. Ardından Dubai'nin petrol üretim ve satış politikalarının sorumluluğunu da yine onun omuzlarına yükledi. Muhammed hepsinin altından kalkmakla yetinmedi, çevresine topladığı uzmanların da desteğiyle Dubai'yi bir dünya kentine dönüştürmek için düğmeye bastı. 1985'in ilk günlerinde Dubai Turizm Dairesi'nin başında bulunan Maurice Flanagan'ı sarayında görüşmeye çağırdı: "Mümkün olan en kısa sürede bir havayolu şirketi kurmak istiyorum. Ne kadara malolur? Ne kadar süreye ihtiyaç var?" Flanagan onun "İzin verin, inceleyelim" türünden cevaplara tahammülü olmadığını bildiği için, kısa bir cümleyle yanıtladı: "10 milyon dolar gerekiyor." Şeyh Muhammed projeyi gerçekleştirmek için küçükbir kadro oluşturdu. Gizlice çalıştılar. Aynı yılın 25 Ekim'inde Emirates Havayolları ilk uçuşunu yaptı. (O kadar hızlı büyüdü ki Emirates Airlines, 2001 yılında 10 milyar dolara 60 uçak siparişi vererek piyasayı allakbullak etti. Gelecek yıl teslim edilecek 555 kişilik 7 adet Airbus A380 hariç! Bugün dünyanın en güvenilir ve en kaliteli havayolları arasında gösteriliyor.) Yine o yıl Şeyh Muhammed, Cebel Ali limanı çevresinde kurulmuş olan Dubai serbest bölgesine el attı. Bir yılda kusursuz altyapıya ve çağın en gelişmiş imkanlarına kavuşturdu. Uzatmayalım; Şeyh Raşid epey süren hastalığın ardından 7 Ekim 1990'da hayata gözlerini yumdu. Yerine en büyük oğlu, Birleşik Arap Emirlikleri Başbakanı Şeyh Maktum geldi. O da 5 yıl kadar sonra, 4 Ocak 1995'te çok sevdiği kardeşi Muhammed'i veliahtlığa atadı. Muhammed ağabeyinin kararı için şöyle konuştu: "İyi bir lider olacak mıyım, bilmiyorum. Ancak vizyon sahibi olduğumu söyleyebilirim. Geleceğe,20, 30 yıl sonrasına bakıyorum. Bunu babam Şeyh Raşid'den öğrendim. Dubai'nin gerçek babasıydı o, ben de yolundan gidiyorum. Sabahları çok erken kalkar, projelerinin her birinin hangi aşamada olduğunu görmek için tek şantiyeleri dolaşırdı. Ben de öyle yapıyorum. Soru sormama gerek yok, insanların yüzüne bakarak her şeyi öğrenebiliyorum." Şeyh Muhammed, Dubai'yi petrol kuyularının kurumasından sonraki döneme hazırlamak olan vizyonunu taş taş üstüne koyarak gerçekleştirdi: Emirates havayollarından sonra, 1995 sonunda Dubai Shopping Festival'i hayata geçirdi. 10 yıl sonra bugün Dubai dünyanın alışverişi cenneti olarak gösteriliyor. Festivale turist çekmek için Dubai World Cup at yarışlarını düzenledi. Dünyanın en yüksek ödüllü yarışıydı bu: 4 milyon dolar! 2.4 milyon doları şampiyon atın sahibine verilecekti. Sonra sıra Dubai havaalanının genişletilmesine geldi. Sadece ilk aşamasına, Raşid terminaline 540 milyon dolar harcandı. Dubaililer bir sabah kıyıdan 280 metre açıkta suni bir adanın doğuşuna tanık oldular. Orada Şeyh Muhammed'in en iddialı projelerinden biri yükselecekti: Burj El-Arab. Yani Arap Kalesi. Hani, dünyanın 7 yıldızlı ilk oteli olarak ünlenen yelkenli biçimindeki ünlü turizm merkezi. (321 metre yüksekliğindeki Burj El- Arab sadece 202 süitten oluşuyor. En küçüğü 196, en genişi 780 metrekare. Giriş holü dünyanın en yüksek atrium'unu barındırıyor: 180 metre yüksekliğinde! Ama 7 yıldızlı gösterilmesine pek inanmayın; çünkü standartlarda oteller için 5 yıldızdan ötesi yok. Öylesine hesapsız para harcandı ki otele, yatırımın geri dönmesi için en az 400 yıla ihtiyaç olduğu hesaplanıyor!) Burj El-Arab'ın şimdi ikiz projesi yürüyor: İnşaatına 2004'te başlanan Burj Dubai. Yani Dubai kalesi. Ya da palmiye ada. Denizde uzaydan bile görülebilecek iki suni adada kurulu 17 dallı palmiye biçiminde, toplam 5 bin villa, 4800 daire, 200 dükkan ve restoran ve 100 lüks otelden oluşan bir kent. Muhammed'in hamleleri saymakla bitecek gibi değil. Ama hiç kuşkusuz en önemlilerinden biri de "E-Dubai" oldu. Dubai bu projeyle sadece elektronik ortamda çalışan dünyanın ilk hükümeti durumuna geldi. Yine bilişim alanında bir başka önemli proje olan "Dubai Internet City" kısa sürede dünya devlerini çekti. Muhammed'in "Silikon Vadisi"nden esinlenerek "Silikon Vahası" dediği bu proje, 2000'de hayata geçirildiğnde aralarında Microsoft, Oracle ve Compaq gibi devlerin de bulunduğu 100'ü aşkın grup Dubai'ye yerleşmişti bile. 350'si de sırada bekliyordu. Dubai Internet City, daha ilk yılında 700 milyon dolarlık yabancı sermaye çekti.
3 BİN YARIŞ ATI VAR
Şeyh Muhammed sadece Duabi'ye bir Dubai daha katacak büyüme projeleriyle yetinmiyor, emirliği sürekli çekim merkezi yapmak için prestijli organizasyonları da üstleniyor. İşte birkaçı: - Bu yıl başında dünya satrancının iki devinin, Kasparov ile Kasımhanov'un şampiyonluk maçına ev sahipliği yaptı. Ödül: 1.2 milyon dolar! - Dubai Tenis Turnuvası'nı bu sporun en önemli etaplarından biri haline getirdi. Tabii yine milyonlarca dolarlık ödül dağıtarak. - Bulunduğu coğrafyada kolay kolay göze alınamayacak bir girişimde bulundu: Dubai Uluslararası Film Festivali'ni düzenledi. - Dubai'nin hoşgörü merkezi olduğu göstermek için Hıristiyanlık propagandası yapan radyo istasyonlarının kurulmasına olanak sağladı. Ancak Şeyh Muhammed'in bizi en çok sınırsız, sonsuz at sevgisi etkiledi. Dünyanın en büyük harasının sahibi o. 3 bin yarış atı var. Epeyce ödül ve para kazandı ama işin o yönüne önem vermiyor. Tek derdi ya da tutkusu, dünyanın en iyi atlarına sahip olmak. Hepsi de saf kan arap olan atlarına İngiltere'de uçsuz bucaksız çiftlikler kurdu. Yılın en az 3-4 ayını yanında geçirmelerini sağlamak için Dubai'de onlara özel saraylar yaptırdı. Yüzme havuzlu saraylar. Yine dünyanın en iyi, en pahalı seyislerini (sayıları 60'ı geçiyor) tuttu, en usta binicilerini ekibine aldı. Bu sevgisini Hazret-i Muhammed'in hadislerine dayandırıyor: "Yeryüzünde cenneti kitaplarda, kadınların göğüsleri arasında ve atların sırtında bulabilirsiniz." "Dünyada atlarına oğulları gibi bakanın ahiretteki mekanı cennettir." Ve de atlarının kulağına kendi yazdığı şiirleri fısıldıyor: "İnsan günışığının değerini gecenin kasvetinde anlayabiliyor. Hep gece olsaydı, hayat yaşamaya değmezdi."
"Benim damarlarımda kan değil, at sevgisi dolaşıyor" diyen Şeyh Muhammed, Birleşik Arap Emirlikleri binicilik takımının yıllarca kaptanlığını yaptı ve sadece 2000-2003 arasında 12 uluslararası turnuvada şampiyon oldu
Türkiye'deki aşıklar atışmasının bir benzeri de Arap yarımadasında yapılıyor: Şairler yarışması. Şeyh Muhammed bu yarışmalarda Şeyh Zayed, Şeyh Halid Bin Faysal gibi yarımadanın en ünlü şairlerine meydan okuyor