Tanıdığımız, bildiğimiz, hatta aramızda duygusal bir bağ oluşmuş hayvanları yemek düşüncesi bile bir tür yamyamlık gibi gelir, tiksinti verir. Bu yüzden de etini yiyeceğimiz hayvanlara genellikle uzak dururuz. Hatta onları hiç tanımamayı isteriz. Hele bir de onlara bir isim takmışsak, bir insan adı vermişsek, artık o hayvan bizim için dokunulmaz hale gelir. Düşünün bir kere, "minik kuşum" diye çağırdığınız bir kuzuyu kesebilir misiniz? Düşüncesi bile tüylerimi ürpertmeye yetiyor.
Yine de çoğumuzun belleğinde, çocukken, Kurban Bayramı'nda kesilmek üzere aylar öncesinde alınmış kuzunun eceli geldiğinde evde kopan facialar yatar. Genellikle etini yediğimiz hayvanların biz insanlardan farklı olduklarına kendimizi inandırdığımızda ise vicdanımızı rahatlatırız. Yine de etini yediğimiz hayvanları kendi ellerimizle öldürmekten kaçınır, hatta yediğimiz etlerin bir zamanlar canlı hayvanlara ait olduğunu ve öldürüldükleri düşüncesini kafamızdan uzak tutmaya çalışırız.
EN KORKAK HAYVAN
Hala dünyanın birçok ülkesinde nadide yiyeceklerden sayılan böcekler dışında tavuk, kuşkusuz bizde en az acıma duygusu uyandıran hayvan. Atasözlerinde, masallarda hep en aptal, en korkak hayvan olarak anılır. Bahçemizde besleyecek bile olsak, hiçbir zaman ona bir isim vermek aklımızın köşesinden geçmez. Kafası kesildiği halde hala koşması bile, adeta onun ne kadar salak bir hayvan olduğunun göstergesidir. Tavuğun bütün bu özellikleri bizim açımızdan çok yararlı. Çünkü lezzetli, çok değişik yemeklerde yararlanabildiğimiz ete sahip bu hayvanları kolayca bulabiliyor ve eğer tutkulu bir etyemez değilsek, en küçük bir vicdan azabı duymaksızın afiyetle yiyebiliyoruz. Oysa postu pırıl pırıl parlayan, kirpikleri arasından kocaman gözleriyle adeta gülümseyerek bakan bir inek öyle mi ya. Ya da yumuşacık tüyleriyle koyunlar, masum, sevimli kuzular...
Bütün bunlar, insanın sempati duyabileceği memeli hayvanlar. Oysa tavukta bu söz konusu değil. Tavuk endüstrisi açısından bu hayvanlar tam otomatik bir süreçte üretilen sanayi ürünü, o kadar. Gerçi onların hangi koşullarda kısa ömürlerini geçirdiklerine başlangıçta hayvan dernekleriyle örgütsüz hayvanseverler tepki gösterdiler. Ancak zamanla gözlerden uzakta, kapalı kapılar ardında gerçekleşen bu otomatik üretim giderek kanıksandı. Tavukların üretim ortamları her ne kadar Nazi toplama kamplarını çağrıştırsa da artık buna kafamızı takmamayı kendi vicdanımızı rahatlatmak uğruna yeğliyoruz. Öte yandan, bütün bir hayvanı sofrada parçalamak, en eski çağlardan bu yana, sadece sofrayı paylaşanların birbirleri arasındaki bağı güçlendirmekle kalmamış, aynı zamanda aralarındaki hiyerarşik yapıyı da vurgulamış. Sofraya gelen dört ayaklı bir hayvansa, sonuçta onun da örneğin iki kolu, iki budu, bir karaciğeri, iki böbreği var.
Dolayısıyla sofrada herkesin aynı parçayı yemesi mümkün değil. Buradan da hayvanın her kısmına farklı bir önem yakıştırılmış. Genellikle ailenin reisi ya da en yaşlısı tarafından paylaştırılan hayvandan sofradakiler geniş anlamda hiyerarşik statülerine göre paylarını alırlar. Daha doğrusu bir zamanlar bu böyleydi. Bilgisayarlı tartılarla hepsi aynı büyüklükte hazırlanmış porsiyonlar halinde fast food et yemekleri günümüzde toplumların hiyerarşik düzeni reddedişlerinin belirgin göstergesi haline geldi.
ÖNCELİK YAŞLILARIN
Bir zamanlar tavuk sofraya bütün olarak gelir, herkes istediği parçayı söyler, yine de önüne gelen but ya da göğüsle yetinmek zorunda kalırdı. Zira sofranın yaşlıları öncelikliydi. Onların istekleri yerine geldikten sonra kalan parçaları gençler ve çocuklar bölüşürdü. Tavuğu parçalayan usta biriyse, yine de herkese az da olsa hayvanın en nadir kısmı göğüsten bir parça olsun ayırmayı başarırdı. 17. yüzyılda sofralara bıçağın yanında çatalın da girmesi bile tavuğun bazı parçalarının elle yenmesi geleneğini bozmadı. Zira but ve kanatlar, elle tutularak daha kolay yenebiliyor, et kemikten rahatça ayrılıyordu. Böylece bir zamanların ziyafet sofralarında en nadide yemek olarak servis edilen tavuk, parmaklarla tutularak yenen tek et yemeği olarak kaldı.
Günümüz fast food akımı da tavuğun elle yenme geleneğini sürdürdü. Amerikalılar'ın "finger food" dedikleri, parmaklarla tutularak atıştırılan sandviç, mısır koçanı gibi yiyecekler arasına pane edilmiş piliç butları da girdi ve kısa sürede büyük ilgi gördü. Sofralarımızda artık bir zamanların göğüs-but çekişmesi tarihe karıştı. Tavukçuluk sanayi bütün tavuk satmak yerine, hayvanı parçalayıp piyasaya sürdüğünde o tavuktan daha fazla para kazanabileceğini keşfettiğinden beri, aile reisleri de ev halkının tercihlerine göre, istedikleri kadar göğüs ya da but alabilmekteler. Bilmiyorum, paketlenmiş parça tavuklarla beslenen bugünün çocukları acaba bütün bir tavuğun nasıl bir yaratık olduğunun farkındalar mı? Ama kesin olarak söyleyebileceğim; bugünün kentli çocuklarının, tavuğun göğsündeki "lades kemiği" ile "lades tutuşmak" denen çocukluğumuzun sevimli oyununu hiçbir zaman oynayamayacakları... Ne yazık!..
BİR hayvanı sofrada parçalamak eski çağlardan beri sadece sofradakiler arasındaki bağı güçlendirmekle kalmayıp hiyerarşik yapıyı da vurgulardı. Aile reisi tarafından paylaştırılan hayvandan en iyi payı yaşlılar alırdı