Altı yaşımın çocukluğunu gördüm, Erzurum'da Ulu Cami'nin önünde yıllardır akan, suyunu babamın Palandöken'den getirdiği çeşmenin aynasında çocukluğumu gördüm. Adı Ahmet'ti; hayatı babasının hayatı misali harap bir evin yaşı belirsiz kapı aralığında, hayatının bir yağmur damlası olmasını bekliyordu. Adı Zühre'ydi; rüyalarına gün ışığı yağsın diye annesinin kınalı saçlarından ördüğü gökkuşağının altından geçmeye çalışıyordu. Sekiz yaşımın çocukluğunu gördüm, Kargapazarı dağlarının Şehitler yaylasında... Adı Şehmuz'du; koyun güderken kurda değil de bulutların kartalına çaldırmıştı oyun ve oyuncaklarını... Adı Fatma'ydı; annesi niyetine sırtında taşıdığı hem kardeşiydi hem vaktinden önce olgunlaşan çocukluğu... 12 yaşımın çocukluğunu gördüm; Erzurum'da bir halı tezgâhında... Adları Necmiye, Zehra, Mihrican, Sevda, Leyla'ydı; kirtim kirtim halılara gençliklerinin düşlerini dokurken yünlere yapağılara ellerinin hüneri ile gözlerinin nurunu nakşediyorlardı. O çocukların fotoğraflara sığmaz hayatlarında çocukluğumu gördüm.