Simurg Kitabevi, geçen hafta Hat ve İmza başlığı altında bir müzayede düzenledi. Müzayedede, sevgili arkadaşım Atilla Özkırımlı'ya bir zamanlar imzaladığım kitaplar da satışa çıkarıldı. İzlemediğim için bu kitapların yeni sahiplerini bilmiyorum. Müzayede nedeniyle "Bir yazarın kitap imzalaması özel bir durumdur. Özel vakit ayırıp, güzel ve yine özel dilekler yazılarak verilir kitap sahibine. Bir yazar olarak imzaladığınız bir kitabın sahaflara verilmesini ve müzayede ile satışa sunulmasını doğru buluyor musunuz?" sorusu bir kez daha gündeme geldi.
'MARJİNAL ŞAİR'
Atilla Özkırımlı, 60'lı yıllarda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden arkadaşımdı. Daha sonra Cem Yayınevi ve Cumhuriyet gazetesinde birlikte çalıştık. Başyapıtı Türk Edebiyatı Ansiklopedisi'ne benim de epey bir emeğim geçmiştir. Yeditepe Şiir Armağanı'nı alan Çırak Aranıyor kitabıma şiirimi değerlendiren çok güzel ve anlamlı bir yazı yazmış, daha sonra benimle şiirim üzerine konuşmalar yapmıştır. Erken ölümü edebiyatımız için bir kayıptı. Ona imzalamayacak da kime imzalayacaktım kitaplarımı? Geçmiş zamanda da Melih Cevdet Anday'ın kimi imzalı kitapları eski eşi Yaşar Gedikoğlu tarafından müzayedeye çıkarılmıştı. 'İmzalı kitaplar'ın elbette onları okuyanın olması doğal değil midir? Melih Cevdet, haklı olarak kendisine saygı duyan şair-yazar arkadaşlarının kendisine imzaladığı kitapların müzayedeye çıkma töhmeti altında kalmak istemiyordu. Ama, yıllar önce ayrıldığı eşine bıraktığı kitaplar da belki böylece tavan arası tutsaklığından kurtulup bir kitapseverin dostluğuna sığınmayacak mı? İkinci Yeni şiirinin marjinal şairi Ercüment Uçarı'nın imzalı kitapları da bırakın müzayedeyi, Kadıköy rıhtımında kaldırımlara düşmüştü. Hem de şairin ölümünden az biraz önce... Bence insan sevdiği, değer verdiği eşine dostuna kitaplarını imzalamalı diye düşünüyorum. İki ilginç olay anlatmak istiyorum kitap imzalamak üzerine... Yıllar önce Mehmed Kemal ile İzmir Fuarı'nda bir imza gününde yaşamıştık. Bir genç geldi, Mehmed Kemal'in Pulsuz Tavla kitabını imzalattı.
ABİDİN'İN ETTİĞİ...
Bir süre sonra geldi ve: "Ben tavla öğreten bir kitap arıyordum, bu romana benzer bir şeymiş" dedi. Benim de başımdan buna benzer bir 'imza' macerası geçmiştir. Soyut dergisinde Abidin başlıklı bir şiirim çıkmıştı. O sıralarda müdavimi olduğumuz bir lokantanın garsonunun adı da Abidin... Abidin, şiiri kendisine yazdığımı sanıyor ama, aslında ben "Ayakta uyuyan", biraz salak-avanak anlamına kullanmışım. Bir süre sonra da ilk kitabım Kuş Tufanı yayınlandı. İçinde Abidin şiiri de var ve hemen garson Abidin'e imzalandım. Kitap daha dağıtıma çıkalı birkaç gün olmuş, Sahaflar Çarşısı'ndan geçiyorum. Ak Kitabevi sahibi İbrahim Derbeder önümü kesti, elinde de Kuş Tufanı... "Yahu," dedi, "Kitabın dün çıktı, bugün işportaya düştü. Bu nasıl iş?" Kapağını açıp baktım, garson Abidin'e imzaladığım kitap... Sözün özü, bence asıl önemli olan, şair ya da yazarın bir tükenmez kalemle imzasının üstünü süsleyen "ithafiye" ler değil, yazarın ve şairin kitabın kapağında yer alan imzasıdır. İş, o imzaya halel gelmesin.