Recep Genel İthaki Yayınları'ndan çıkan
Tanrının Çorbasını İçmiştik adlı ikinci romanında, kendi ailesinin de içinde olduğu, 1864'te Kafksaya'dan Anadolu'ya sürülen Çerkesleri anlatıyor. Ve aslında Çerkeslerden yola çıkarak, Türkiye'de varlığı hiçbir zaman kabul edilmemiş bütün itilmişleri anlattığını söylüyor. Büyükbabası Mahirbiy'in de romanın kahramanlarından olduğu kitapta ayrıca Çerkeslere yönelik asimilasyona, 'Türkçe konuş' kampanyalarına, 1915 olaylarına, Kürt sürgünlerine de değiniyor. Ve bir Çerkes olarak ne istiyorsunuz sorusunu şöyle yanıtlıyor: "Türkiye'de yaşayan Çerkeslerin tek bir iradesi yok. Bir Ahmet Türk'e sahip değiliz ki, karşımızda bir Onur Öymen'imiz olsun."
- Kitabı yazmaya hangi ruh haliyle yazmaya karar verdiniz?
- Hep içimdeydi. 2004'te sekiz ay Kayseri'de kalmıştım ve çocukluğumda Çerkeslerin yaşadıkları ne varsa, hiçbir şeyin değişmediğini fark ettim. Daha fazla asimile olmuşlardı, dillerini daha fazla unutmuşlardı.
- Romanınıza 'Çerkes romanı' diyebilir miyiz?
- Bana sorarsanız sadece Çerkesleri yazdığımı hiç düşünmedim. Bu 1930'lu yıllardaki Türkiye'nin romanıdır. Türkiye'de varlığı hiçbir zaman kabul edilmemiş bütün itilmiş, kakılmışları bir araya toplamaya çalıştım: Ermenileri, Rumları, Yahudileri, komünistleri, Çerkesleri, Kürtleri.
- Dedeniz romanın önemli karakterlerinden biri, romandaki gibi de adı Mahirbiy değil mi?
- 5-6 yaşına kadar dedemi hatırlıyorum, hakkında bir sürü efsane anlatılırdı. Uzunyayla'da 16 yaşında askere alınmış, Yemen'de savaşmış, ardından Ürdün'de savaşmış, bu savaşın kaç yıl sürdüğüne dair kimsenin bir fikri de yok. 1. Dünya Savaşı boyunca her cephede savaştığı tahmin ediliyor.
- Hikâyeleri kimden dinlediniz?
- Hikâyelerin sadece köşe taşları vardı, anlattığım kadarından fazlasını dedem hiçbir zaman konuşmadı.
- Dedenizin diğer çocuklarıyla buradaki aile ne zaman tanıştı?
- 1952'den sonra hacca gidiyor, dönüşte Ürdün'deki bütün aileyi getirip buradaki ailesiyle tanıştırıyor. Sonraki yıllarda düzenli şekilde bu ziyaretler sürdü. Hatta onlar kasabaya geldiğinde, bu turistler size niye gelir derlerdi bize.
- Çerkeslerin nasıl yaşadığını anlatmak için mi yazdınız, bir iç döküş müydü?
- Aslında yazarken Türkiye'de herkesin biraz göçmen, herkesin biraz yurtsuz, vatansız olduğunu kayda geçirmek istedim. Benim en çok ilgilendiğim taraf sürgün hikâyesiydi. Türkiye'ye ait değiliz Çerkesler olarak.
- Hâlâ mı?
- Ait olmak, öncelikle kabul edilmekle ilgili bir meseledir. Eğer dahil değilseniz, ait de değilsiniz. Ortalama insanların aklında, Çerkes dendiğinde kalpak, güzel kız, kama, at, belki biraz orman dışında hiçbir şey yoktur.
- Hiç var sayılmadık mı diyorsunuz?
- Düne kadar Çerkes de yoktu, Kafkas Türkleri diye bir şey vardı. Türkiye'deki yalanlar tarihinin bir parçası olarak örülmüş, başka bir yalandı. Çoğu insan bugün bile Çerkesce diye bir dilden habersizdir.
- Her Çerkesin bir Çerkesçe adı da varmış, sizin var mı?
- Benim yok, ama her Çerkesin bir Çerkesçe adı vardır. Benim olmaması annemin gördüğü bir rüyayla ilgili. Ama her Çerkes ailesinin bir soyadı vardır, bizim soyadımız Qenet'ti.
YALÇIN KARADAŞ: BÜYÜK ÇERKES SÜRGÜNÜ NİYE YAŞANDI?
"Çarlık Rusyası'yla uzun yıllar süren bir eşitsiz savaşın sonucudur sürgün. Dedelerimiz 1864'in 21 Mayıs'ında, 2014 Kış Olimpiyatları'nın yapılacağı Kbadaa yaylasındaki son savaşla yenilmişler, Çarlık Rusyası toprakları terk etmelerini istemiş. 3 milyon nüfusu olan Adigelerin yüzde 90'ı, Ubıh boyunun yüzde 100'ü, Abazaların yüzde 90'ı sürgün edildi. Osmanlı topraklarında da önce Balkanlara yerleştiriliyorlar, çünkü Türkler savaşmaktan yorgun düşmüş, ama Çerkesler Ruslara karşı büyük düşmanlıkları nedeniyle Slavik harekete önemli darbeler indiriyorlar. Balkanlar dışında Samsun-Trabzon limanlarına iniyorlar; Kefken'e savruluyorlar. Buralardan bir hat şeklinde Ürdün'e kadar gidiyorlar. Balkanlara yerleştirilenler ise 1878 Berlin Anlaşması'na onlar için konulan özel bir maddeyle tekrar sürülüyorlar. Önce Serez'e, sonra sefil bir sürgünle Lübnan'a, oradan bir kısmı Golan'a, bir kısmı da Hatay Reyhanlı'ya geçiyorlar. Bolu, Düzce, Adapazarı, Balıkesir, Manisa, Uşak, Ödemiş, Eskişehir, Kahramanmaraş, Saimbeyli, Tufanbeyli, Çukurova ve Uzunyayla'ya da.
AZINLIK MIYIZ, DEĞİL MİYİZ, BİLMİYORUZ..
Recep Genel, 'Vatanınız Türkiye mi Kafkasya mı?' sorumuzu şöyle yanıtlıyor ve devam ediyor:
"Tarihin sorusu gibi bir şey bu. Bugün azınlık olup olmadığımız sorusunun yanıtını Çerkesler de tartışıyor. Rusya düşman olduğu, sürgünlüğümüzün nedenleri ortadan kalkmadığı sürece bu böyle olacak. Biz azınlık haklarını alması gereken 3 milyonluk bir topluluk muyuz, yoksa çadırını alıp vatanına dönecek bir kalabalık mı? Kürtler 'biz bu toprakların bir parçasıyız, bunların hepsi bizim hakkımız,' derken, Çerkesler bu kavramları ikircikli ve tereddütlü kullanıyor. Çünkü kendimizi nerede tarif edeceğimizi bilmiyoruz. Kurtuluş Savaşı'na kadar hep beraber at sürdük, Antep'te minareden selvi dalından kurşun atanları da, Hasan Tahsin'i de unutmadık. Ama şunu unuttuk: Antep'te minareden selvi dalından kurşun atanlar Türk değildi, Hasan Tahsin de bir Çerkesti. Hainler icat ederken bizim için Çerkes Ethem'i yarattılar, Kürtler için Şeyh Sait'i. Bu yüzden Cumhuriyet'ten geriye sadece Çerkes tavuğu kaldı."
ÇERKESLER NE İSTİYOR?
Recep Genel, Çerkeslerin taleplerine ilişkin ise şunları söylüyor: "Türkiye'de yaşayan Çerkeslerin tek bir iradesi yok. Bir Ahmet Türk'e sahip değiliz ki, karşımızda bir Onur Öymen'imiz olsun. Ben kendi adımı, aile adımı, köyümün adını geri istiyorum. Kafkasya'dan cebimize koyup getirdiğimiz tek şey bu isimlerdi. Uzunyayla'nın nehirlerine, dağlarına, tepelerine biz isim verdik. Tabii ki, 'anadil konuşmak ana sütü kadar helaldir' diye bir cümle kuranlar şunu bilmeliler ki, anadilde konuşmak için anadilde eğitimin de ana sütü kadar helal olması lazım. Bazı kavramları iğdiş ederek konuşuyoruz. Sanki sadece Kürtlerin varlığını tanımak zorundayız, bunu kabul edersek diğerlerinin isteklerine göz yumsak da olur gibi bir şey çıkıyor. Sözlükler ve tarih kitapları yalanlarla dolu. Bu ülkede 'kart kurt Kürtleri' ve 'Kafkas Türkleri' diye tamamı yalan bilimsel tezler yazıldı. 77 milyonun yaşadığı bir apartmandaydık ve apartmanın girişinde 'burada Türkçe konuşmak zorundasınız, başka bir dilde konuşamazsınız,' yazıyordu, binadakilerin büyük bir kısmı da bu yanılsamayı ezberlemiş ve 'evet burada bizden başka kimse yaşamıyor' diye bir inkâra ortak olmuştu."