Her şey, babamın geçtiğimiz hafta iki uluslararası seminerde konuşmacı olarak, İstanbul'a gelmesiyle başladı. Türkiye'de az bilinen ama önemi büyük bir konuda yıllardır çalışıyor olması, bizi ilk kez bir röportaj için bir araya getirdi. SABAH Hafta Sonu Ekleri'nin sevimli editörü Murat (Çelikkan) 'Babanla konuş,' diye ısrar etmeseydi, beni şoke eden haberi belki daha sonra öğrenecektim. Babam beni hep şaşırttı. 68 kuşağı ruhuna uygun şekilde, annemi kaçırarak iki şahitle evlenmesiyle, doğumuma girip göbek bağımı kesmesiyle, iflah olmaz idealizmiyle, ne gün doğduğunu bilmemesiyle... Armut mevsimiymiş. II. Dünya Savaşı'nın patlak verdiği günlerde Ankara'da, ailesi bir ekmek karnesi daha alabilmek için babamın yaşını büyütmüş. Bu yüzden doğum tarihi 1 Ocak 1942. Savaş yıllarında doğan pek çok çocuğunki gibi. Dünyayı değiştirmeye kalkan 68 kuşağından. Mülkiyeli. İnsanca, nitelikli, demokratik üniversite için kurduğu hayallerini, mülkiyeli ruhuyla inşa ettiği Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde gerçekleştirdi. Fransız Devleti'nin ona layık gördüğü şövalyelik unvanını da Antalya ve çok sevdiği fakültesi adına kabul etti. Baba-kız ilişkisi değişiktir. Sevgi çok ama sırdaşlık yoktur. Birbirimize güvenmediğimizden değil, birbirimizi çok sevdiğimiz ve kırmak istemediğimiz için... Belki de bu yüzden babam, önemli haberi sona sakladı...
- Geçtiğimiz hafta, İstanbul'da düzenlenen iki büyük seminerin konuşmacısıydın. Seni bu kadar heyecanlandıran konu nedir?
- Biri, gıda kalitesi ve güvenilirliliği konusunda İtalyan Kültür Merkezi'nin RİFOSAL ile birlikte düzenlediği Akdeniz Çalışma Günü nedeniyle düzenlenen konferanstı. Türkiye'deki coğrafi işaretler üzerine konuştum. Ertesi gün de Mutfak Dostları Derneği'nin 'Yöresel lezzetlerimize sahip çıkıyoruz' seminerine katıldım.
-
Coğrafi işaretler nedir? Bir tür patent mi?
- Hayır patent değil. Bu coğrafi işaret alındığı zaman o ürünü üreten bütün üreticiler, bundan yararlanır. Bulunduğu yöre veya bölgeyle özdeşleşmiş bir ürünü gösteren işaret. Coğrafi işaret alındığı zaman o ürün sahtelerinden korunur. Yani ürünün taklidini yapmak hem zorlaşır hem de ceza konusudur. Bu işaret hem tüketicisi için güvence unsurudur hem de tüketici ürünün nereden geldiğini bilir. Şu ana kadar Türk Patent Enstitüsü'nden 129 ürün coğrafi işaret aldı.
- Türkiye'yi çok gezdin, araştırmalar yaptın. Hangi ürünler coğrafi işaret aldı?
- Malatya kayısısı mesela. Orada dünyanın en iyi kayısısı üretiliyor. Aynı şekilde Ezine peyniri, Ezine dışında Türkiye'nin hiçbir yerinde üretilemez. Çünkü bu peynirin üretiminde kullanılan sütler, Kaz Dağları'nın eteklerinde otlayan, Kaz Dağları'nın o bol oksijeni ve endemik bitkilerinden yararlanan koyun ve keçilerin sütlerinden yapılıyor. Eğer Ezine dışında başka yerde üretilmeye teşebbüs edilirse, ki yapıyorlar bunu, haklarında dava açılabiliyor. Mersin cezeryesi, Giresun'un tombul fındığı, Ege inciri, Sultana kuru üzümü, Antep fıstığı, Gemlik zeytini, Aydın Ege zeytinyağı ve Pervari balı... Bunlar coğrafi işaret aldılar.
-Bu işareti sadece Patent Enstitüsü mü veriyor?
-Y.T: İlgililer Türkiye Patent Enstitüsü'ne başvuruyor. Üreticiler, tüketici dernekleri, sivil toplum örgütleri de başvurabiliyor. Titiz bir incelemesi var. Ben, bu coğrafi işaretlerin ülkeye sağlamış olduğu getiriler ve işin ekonomik yönü üzerinde çalışıyorum. Coğrafi işaretleme sistemiyle, önemli ölçüde istihdam sağlanıyor. Kırsal nüfus bulunduğu yerde kalıyor. Kırsal göç önleniyor. Mesela Fransa Gıda Pazarı'nda yöresel ürünlerin 25 milyar avroluk bir payı var. Yani yöresel ürünlerin tüketimi küresel ticarete rağmen hızla gelişiyor. Türkiye'de coğrafi işaret almış ürünler, sadece Türkiye'de korunuyor. Başka ülkelerde, AB'de korunabilmesi için, AB'nin ilgili kurumlarına başvurulması lazım. Geçtiğimiz sene mesela, Antep baklavası AB'ye başvurdu, şu anda bu başvuru inceleniyor.
- Bizim AB'den coğrafi işaret almış ürünümüz hiç mi yok?
- Y.T: Yok maalesef. Coğrafi işaret almış kuruluşlar, AB'ye başvurursa, ürünlerimiz 27 ülkede birden korunmuş olacak. Mesela Türkiye, peynir cenneti. Ama başvurular o kadar az ki... Peynir bakımından son derece zenginiz. Çeşitte Fransa'yı bile geçeriz ama peynirlerimiz yöresel kalmış, iç piyasaya bile yayılamamış. 28 Nisan'da Antalya'da Yöresel Ürünler Fuarı olacak. Bütün kentlerimiz katılıyor. Uluslararası bir seminer düzenliyoruz. Amacımız, coğrafi işaretleri tüketicilere anlatmak. Bu sistem gelişirse, Türkiye için çok olumlu bir çıkış noktası olacağını düşünüyorum. Önemli ölçüde istihdam ve katma değer yaratacak.
- Kurduğun fakültenin onursal dekanısın. Geçtiğimiz yıl emekli oldun ama hâlâ sağlığını tehlikeye atacak şekilde çalışmaya devam ediyorsun. Niye?
- Y.T: Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'ni kurmak için 17 Mayıs 1993'te Antalya'ya gittim. Kuruluş süreci biraz ağrılıydı. Hep ekonomik kriz dönemlerinde çalıştık, paramız yoktu. Ama sonunda Türkiye'ye güzel ve anlamlı bir fakülteyi kazandırdık. 29 öğrenciyle başladık. Dokuz yıl sonra bıraktığımda bin 500 öğrenci ve beş bölüm olmuştuk. Ülkemizin buna ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bilim insanları için oturmak olmaz...
-Şövalye nişanın var. Hiçbir yerde dile getirdiğini duymadım. Niye?
- Benim için onurdur, ama çok önemli değil. Türkiye ile Fransa arasındaki bilimsel işbirliğine yapmış olduğum katkılar nedeniyle bilimde şövalye unvanı verildi. Neticede fakültemi Boğaziçi Üniversitesi kalitesine getirebilmek önemliydi benim için. Uluslararası konferansların en çok yapıldığı, tebliğlerin sunulduğu fakültelerden biri olduk.
- İstanbul'a gelmeyi neden hiç düşünmedin de Antalya'da yaşamayı tercih ettin? Bu yüzden Antalya'yı kıskanıyorum.
-Y.T: Ben bir Akdenizliyim. Antalya'ya kolumun altındaki Braudel'in iki cildiyle geldim. Türkiye'de yaşayabileceğim tek kent. Ancak o kadar yoğun geçti ki, Antalya'yı doya doya yaşayabildiğimi söyleyemem. Eşsiz, olağanüstü... Çok seviyorum.