Meltem İnan
* İkimizin en zayıf noktası annemizdir: Hayatta bize bir şey olmasından çok, annemize bir şey olmasından korkarız. Geçtiğimiz sene anneme meme kanseri tanısı kondu. Hayat bizi en zayıf noktamızdan vurdu.
* Anne ve babamızla yaşıyoruz. Burada bulduğumuz mutluluğu dışarıda yakalayamama korkumuz var. Hiçbir erkeğin bana annemin babamın verdiği değeri verebileceğini düşünmüyorum. Bu evdeki tadı yakalayabileceğim insanı bulduğum zaman tabii ki evlenirim, zaten bu devirde problem onu bulabilmekte.
Alev İnan
* Hayattan mola almak istediğim zaman Mucize kitabını yazdım.
* Bu kitabın mucizesi, olacakları önceden göstermesiydi. Mesela, annem hasta olmadan, o hastalığı araştırmam. Kitabımın kahramanı Yağmur, meme kanseri olan genç bir kadındı. Kahramanı için araştıma yaptığımda her şeyi öğrendim. Annem meme kanseri olduğunda ben buna hazırlıklıydım.
* Bizim ikiz kız kardeş olarak bir takıntımız var. Bize hiçbir şey dayatılmayacak. Zorunluluk olmayacak hayatımızda. Sinemaya gittiğimizde bile, çıkışa en yakın yere otururuz...
Korunarak, kollanarak, büyük bir aile mutluluğu içinde büyüyen çocuklar, hayatın acılarıyla karşılaştıklarında, acaba daha mı çok kırılır, sarsılır? Yoksa güçlüklere karşı daha mı dirençli olurlar? Birbirine tıpatıp benzeyen Meltem ve Alev kardeşlerle konuşurken, bunu düşündüm. 45 yıldır sevgili gibi yaşayan bir anne-babanın kızları onlar. Hayatlarının ilk 10 yılı babalarının görevi nedeniyle İspanya'da geçmiş. Aile olarak kenetlenerek yaşamış, çok iyi okullarda okutulmuş ve iyi yetiştirilmişler. Büyüyünce Alev, hayatı yazarak keşfe çıkmış, Meltem ise 54 ülke gezerek... Gazeteci Meltem İnan'ı zaten tanıyorsunuz. Son kitabı Mucize'yi okuyarak, ablası Alev İnan'la yeni tanıştım... Enteresan kurgusu ve hoş bir anlatımı var Mucize'nin. Kitabın tuhaf yanı ise yazıldıktan sonra kitabın yazarına mucizeler yaşatması olmuş... Ama sohbet boyunca aklıma takılan başka bir şey oldu. Yukarıda yazdığım ilk cümle...
Birbirinize çok benzemenize rağmen, ikinizin yazdığı kitaplara baktığımda, üslupları da, tarzları da birbirinden apayrı...
- M.İ: Yazarlık, enteresan bir şekilde ikimizin de farkında olmadan yaptığımız bir şey... Mesela ikimizin romanında da bir kadın karakter var, kadın sevgilisinden ayrılmış, büyük acı çekiyor, ama teselliyi o kişiye geri dönmekte veya yeni bir aşkta bulmuyor, 'yaratıcı' olmakta buluyor. Yani benim karakterim sinemaya dönüyordu, ablamınki ise kitap yazıyordu
. İkimiz de birbirimizden habersiz olarak böyle bir seçim yapmışız...
- A.İ: Son kitabım
Mucize' yi yazdığımda zor bir dönemdi. Benim de sağlık sorunlarım oldu
. Ben bu kitabı annem kanser olmadan evvel yazdım. Bence bu kitabın mucizesi, annem hasta olmadan, o hastalığı araştırmam olmuş. Kitabın kahramanı olan Yağmur, meme kanseri olan genç bir kadın. Kahramanı için araştırma yaptığımda her şeyi öğrendim... Annem meme kanseri olduğunda ben buna hazırlıklıydım.
- Kitap bitttikten sonra mı, annenize teşhis kondu?
- A.İ: Kitabımın mucizesi, olacakları sanki önceden göstermesiydi. Mucize kelimesinin aklımdan geçtiği bir dönemde yazdım. Kitapta mucizenin otopsisini yaptım. Orada rivayet edilen şeye ulaşmak için de, efsaneleşmiş mucize yaratan karakterleri araç olarak kullandım. Mucize, içimizde bir yerde, her bireyin, her insanın içinde, çıkmayı bekliyor, yeter ki onu çıkaralım.
- İnandığınız bir şey midir mucize?
- A.İ: Bizim bildiğimiz ya da düşündüğümüz mucizeye inanmıyorum. Orada Musa'nın bir lafı var. "Mucize bir istatistik meselesidir, ender görülür o kadar", diyor. Hayatın mucizelerle dolu olduğuna inanıyorum ama benim için en büyük mucize yaratıcılık. İnsanın, yaşadıklarını, acılarını, yaşanmışlıklarını yansıtabilmesi. Bu kitap da olabilir, resim de. Yaratıcılık tanrının bir hediyesi. Kıvama gelen her insanın da yaratıcı olabileceğine inanıyorum.
- 40 yaşındasınız? 40'ın da bir mucizesi yok mu kadının hayatında?
- A.İ: 40 yaş çok hoş bir yaş. Çünkü 40'ında kadının ulaştığı yer çok farklı. 35'inden itibaren başlayan bir yolculuk bu, 40'ında son buluyor. 40'la kadın yeni bir başlangıç yapıyor. Aslında huzursuz bir yapım vardır. Yani
Mucize'deki kadın gibi olamadım. Yavaş yavaş değişiyorum. Kendimle kavgalıydım, işimle kavgalıydım. Değiştiremediklerini değiştirmeye çalışmak, her şeyin sorumluluğunu üstlenmekti bu. Artık değişmeye çalışıyorum.
- M.İ: Sorumluluk ve erdem meselesi bize ailemiz tarafından aşılandı... Yaptığın işte haddini bilmek öğretildi bize. Kendimizi o kadar eleştiriyoruz ki, mesela ilk oku fırlatan kendimiz oluyoruz yaptığımız şeye...
- Kızlar annelerine benzer derler ya? Anneniz nasıldır?
- M.İ: İkimizin en zayıf noktası annemizdir, hayatımızda bize bir şey olmasından çok, hep annemize bir şey olmasından korkarız. Geçtiğimiz sene annemize meme kanseri tanısı kondu. Hayat bizi en zayıf noktamızdan vurdu. Mesela benim kitabımda da karakterim, annesini kaybetmiş, annesini kaybettiği için hastalanan bir kızdı. İki kızkardeş, çok fazla anne kaybetme korkusu yaşıyoruz... Çok renkli bir kadındır. Ankara Koleji'nden mezun annem. Ankara Hukuk'tan terk. Anne ve babamızla yaşıyoruz şimdi... İkisinin de sağlık sorunları var. Biliyor musunuz Tuluhan, bu evde bulduğumuz mutluluğu dışarıda yakalayamama korkusunu çok fazla yaşıyoruz. Ben hiçbir erkeğin bu evde annemin babamın bana verdiği değeri verebileceğini düşünmüyorum. Bütün bu ailemle bir arada yaşadığım mutluluğu bırakıp gitmeye değecek biri var mı acaba dışarıda? Buna değecek biri ile karşılaştığımı düşünmüyorum.
- A.İ: Aileme olan düşkünlüğümü anlayan, onu kabul eden birini bulduğum an, belki evlenebilirim .