Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Elveda sevgili dost

Sadık okurlarım farkındadır: Lütfi Akad üzerine gazetemde henüz tek satır yazmadım, yazamadım. Öncelikle sayfalarım hafta sonunda. Sonra benden bir şey istenmedi, bir fikir sorulup bir cümle bile alınmadı (tüm medyanın tersine). Ayrıca böylesi de iyi oldu. Hap şeklinde bir yazı yerine, ilk büyük üzüntü de geçtikten sonra, oturup kapsamlı yazabildim. Hayır, bu yazı değil. Aybaşında Sinema dergisinde okuyabileceğiniz, çok severek yazdığım uzunca yazı. Böylece ona karşı görevimi biraz da olsa yerine getirebildim.
Lütfi Hoca benim için de sinemamızı gerçekten başlatan kişidir. Hocası yoktu, doğrudur. Öncekiler -Muhsin Ertuğrul, Faruk Kenç, Orhon Arıburnu, vs.- ilginç şeyler yapmışlardır, ama gerçek birer usta değillerdir. O bomboş bir alanda, kendi merakı, tutkusu, sevgisi ve özeniyle bir sinema inşa etmiş, ulusal bir sinemanın temel taşlarını döşemiş ve sonradan gelen hemen herkesin ustası olmuştur. Kara filmden polisiyeye, gerçekçi yapımlardan fantezilere, aşk filmlerinden casusluk-ajan filmlerine, her alanda ilk büyük filmleri, popülerlikle atbaşı giden bir sinema tutkusunun örneklerini vermiştir. Sezer Sezin'den Çolpan İlhan'a, Sadri Alışık'tan Fikret Hakan'a, Turan Seyfioğlu'ndan Yılmaz Güney'e, Türkan Şoray'dan Hülya Koçyiğit'e, Cüneyt Arkın'dan İzzet Günay'a, Serdar Gökhan'dan Hakan Balamir'e birçok oyuncumuz, en hatırlanan rollerini ondan almışlardır. Yılmaz Güney, Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit'i üçer filmde yönetmesi ve onlara bir tür 'triloji - üçleme' armağan etmesi bir raslantı mıdır? (Aslında Hülya'nın bir filmi daha var -o ünlü Gelin- Düğün - Diyet üçlemesinin dışında!)
Ama onun kariyerine dalmayı dergideki yazıma bırakıp, onu dostum olarak anmak istiyorum. Daha 1970'te Türk sineması üzerine yazmaya başlamadan önce, onun Hudutların Kanunu ve Kader Böyle İstedi filmlerini yazmıştım. Beni öylesine etkilemişlerdi. Onun son büyük atılımını yaptığı 70'lerin başında, Cumhuriyet adına birkaç kez konuştuk: Özellikle 1972 ve 77'de. O yıllarda Mecideköy'deki bahçeli bir evde oturuyordu. Hoş, sonradan taşındığı 4. Levent'teki evinin de bir arka bahçesi vardı. Lütfi Hoca sürekli okuyup yazmasına karşın, bir doğa tutkunuydu. Bana şöyle demişti: "Ünlü Fransız mimarı Le Corbusier şöyle demiş: 'Bir bahçeniz olsun. Ve mutlaka yaprak döken ağaçlar dikin. Böylece zamanın geçtiğini daha iyi anlarsınız." Galiba bu sözü hep tuttu ve doğadan uzaklaşmadı. Sonraki yıllarda hep görüştük. Ben ve eşim, onu vefalı karısı Şükran Hanım, şimdi ikisi de rahmetli olan sinema profesörümüz Alim Şerif Onaran ve eşiyle birlikte ağırlamaktan veya evlerine gitmekten çok mutlu olduk. Ki o gecelere bazen Türkan Şoray da katılırdı.
Türkan Hanım, hocayı hiç unutmadı. Ana ve Vesikalı Yarim'le ona kazandırdıklarının hep bilincinde oldu. Klasik bayram ziyaretlerimde onu da alırdık. Ve bizi gören hocanın gözlerinin içi güler ve çok mutlu olurdu. Son bayramda Selanik'te olduğum için gidemediğime hep yanacağım. Allah rahmet eylesin...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA