Geçen hafta Şehir Tiyatroları'nın yeni Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinde galasını yaptığı Dünyanın Ortasında Bir Yer oyunu, sanırım uzun süredir benim tanık olduğum en önemli tiyatro olayıydı. Nasıl anlatacağımı da pek bilemiyorum. Bugün 45 yaşındaki verimli yazarımız Özen Yula'nın bu tek perdelik oyunu, ilk yazdığı metinlerden biriymiş. Ama üzerinde yıllar boyu çalışmış. Dönemi ve coğrafyası pek belli olmayan, iki erkeğin aşkı arasında kalan bir kadının öyküsünü trajedi ögeleriyle veren oyun, yazarın deyişiyle 'ritüelin, emeğin, ezilmişlerin, aşka âşık kadınlarla erkeklerin oyunu' imiş. Ve de 'bütün yalancı yazarlara, bütün şakacı yönetmenlere, bütün yangın oyunculara, hayatı ezgi kılan bütün müzisyenlere, bütün ana karnından hercai kızlara ve kayıp çocuklara adanmış' imiş. Böyle büyük laflardan genelde ürkerim! Nitekim metne de tümüyle katılamadım. Özellikle bir kadına yakıştırılabilecek en son şey olan o sert final. Değme antik trajedide bile kolay görülemeyecek olan. Ama ne gam... Karşımızda tam bir tiyatro olayı var. Sahneyi bir büyülü alana çeviren: Rüzgârın delice estiği, fırtınanın koptuğu, yağmurun yağdığı, gökyüzünün binbir renge boyandığı bir mucizeler geçidi. Benzerlerini Peter Brook, Mehmet Ulusoy, Işıl Kasapoğlu gibi bir avuç yönetmende göregeldiğimiz. Oyunu yöneten, sahne ve ışıktan sorumlu M. Nurullah Tuncer, bu büyüyü yaratan asıl kişi. Elbette tüm oyuncular, müthiş emek sarf etmiş teknisyenler, emekçiler, sanatçılar... Ama asıl büyük büyücü, Tuncer. Onun emriyle artık her şey olabilir, tüm dünya bir sahneye sığabilir sanki. Onu izlemeyi sürdüreceğim.