Tövbe tövbe... İnsanı bunu dedirtecek hale getirdiler. Bırakınız öylesine dev bir binayı, eski bir ahşap evin, küçük bir çeşmenin, hatta bir mezar taşının kaderini bile dert edinen bizim gibi korumacıları bile... Ama, o çatı yangını gerçekten de yararlı oldu. Boşuna dememişler: Bir musibet bin nasihatten evladır diye... O hep gözümüzün önünde duran, o sanki ölümsüz gözüken kunt binanın bile aslında kırılgan olduğunu, kadir-kıymet bilmemezlik, özensizlik, giderek daha genel biçimde cehalet sonucu yok olma ihtimalinin bulunduğunu birlikte öğrendik. Ve hepimiz sayıyla kendimize geldik. Diyelim ki Emek Sineması, Sulukule Evleri veya yerin altındaki bir Bizans sarnıcı gibi gözümüzün önünde olmayan tarihe gösterdiğimiz ilgisizlik, bu kez genel bir ilgiye, hatta protestoya dönüştü. O güzelim şiiriyle Nâzım'ı hatırladık, Gurbet Kuşları nedeniyle Halit Refiğ'i andık, edebiyat ve sinemamızın içindeki Haydarpaşa'yı düşündük. Hepimizin geçmişinde bulunan bir Ankara yolculuğu, gece seferi, yataklı vagonlar, tren sesleri belleğimize üşüştü. Kimileri magazine kaçıp, bir zamanlar bir Türk playboy'unun kaçırdığı 'Haydarpaşa'nın gelini' lakaplı fettan Fransız yıldızı Christine Pascal'ı bile andı. Ne güzel... Ve sanırım tüm bunlar çok hayırlı oldu. Artık, en azından tarihi eser onarımlarında daha dikkatli olacağız. En değerli yapılarımızı önümüze ilk gelen taşeron firmaya teslim etmeyeceğiz. Ve belki de bu güzelim yapıyı yakıp yıkmasak da, etrafında yükselmesi planlanan gökdelen yığını altında ezik bırakacak projelerden vazgeçeceğiz. Zaten daha şimdiden çevrede yapılmış yeni liman tesisleri onu biraz gölgelemiyor mu? Daha ötesi, belki trenleri hızlı ve çağdaş kılarak yeniden hayatımıza sokma tasarılarının İstanbul'daki Bab-ı Ali'si, yani büyük kapısı olmayı hep sürdürecek Haydarpaşa. İnşallah...