Artık benim için durum kesin: Bu belediyenin, yani İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yeşile ve ağaca bakışıyla benim bakışım örtüşmüyor. Belediyenin sanırım Parklar ve Bahçeler Müdürlüğü aracılığıyla yaptığı uygulamaları takdir ve tasvip etmiyorum. Hele son dönemde Norveç, İrlanda, İskoçya gibi yeşil cenneti yerlere yaptığım gezilerden sonra... Çünkü bunları yapanlarda açık bir yeşilsevmezlik, buna karşılık bir beton ve taş hayranlığı var. Gerçi geçmiş dönemlerde de bunları gördük. Taksim veya Maçka parklarını düzenleyeceğiz diye betonu sokan, bir zamanların Tepebaşı bahçesini giderek dümdüz beton yapan yönetimler geldi geçti. Ama şimdiki yerel yönetim, bunu katlayarak sürdürüyor. Dolmabahçe vadisine her gün bir yapı ekleniyor, Beşiktaş'daki Yahya Kemal Parkı düzenlenirken hayli beton döküldü. Taksim Meydanı, en son Atatürk Anıtı'nın çevresi de katılarak bir taş döşeme alanı oldu. Beyoğlu düzenlemesi dediler, iyi-kötü varolan ağaçları söküp attılar. Açıkhava'nın önü ve Lütfi Kırdar Meydanı dediler, yeşile hiç yer vermeyen bir anlayışla yaptılar. Ve Açıkhava'nın önündeki sayılı ağaçlar da güme gitti. Haliç kıyısındaki parklara ise habire yapılar dikiliyor: Belediyenin eğlence/dinlenme yerleri olarak... Millet olarak doğayı sevmiyoruz, ağaca muhabbet beslemiyoruz, yeşili korumuyoruz. En son, güzelim yeşil Rize'de yapılagelen, başbakanın çok haklı ve doğru olarak eleştirdiği işlerin gösterdiği gibi... Ne yapalım, her halkın özellikleri var. Bunun yanı sıra, bizim halkımızın da çok sevdiğim sayısız erdemi var. Ama, diyorum, yöneticilerimiz illa da içinden geldikleri halk gibi olmaya mecbur mu? Bu konularda biraz gezip görseler, okuyup öğrenseler, toprak üzerinde yürümenin beton üzerinde yürümekten farkını keşfetseler!.. Bir ağacı okşamanın, bir çayırda koşmanın zevkine varsalar. Ve çağdaşlığın artık mutlaka doğayı korumak, doğayla iç içe yaşamak olduğunu anlasalar. Ne iyi olur...