Dokunabilmek, güzel bir duygu. Sevdiğiniz birine sarılmak, birinin elini sıkmak, bazen sadece birinin omuzuna hafifce elinizi koyarak ona destek vermek mutluluk vericidir. Ama dokunmak, sadece bedenimizle olmaz. Bazen yaptıklarımız, söylediklerimizle başka birinin yaşamına dokunma şansımız olur. Bir ebru sergisine gittim. Serginin adı 'Dokundum'du. Serginin sahibi Ebru Uygun "Ben sadece renklere ve duygulara dokundum," demiş. Oysa satış gelirini Tüvana Okuma İstekli Çocuk Eğitim Vakfı'na (TOÇEV) bağışlayarak, yine yüzlerce çocuğun okula gitmesine, destek almasına katkıda bulunarak onların yaşamlarına dokunmuş. Sevgili Ebru Uygun gibi, hiç tanımadıkları çocukların yaşamlarına yaptıkları küçük dokunuşlarla onların geleceklerini değiştiren başkalarını da tanıyorum. Onların yüzlerindeki dokunabilmiş olmanın hazzı da, dokundukları yaşamlar da görülmeye değer. Bazen sadece birilerini dinlemek, bazen sadece yaptığınız şeylerle onlara örnek olmak, bazen ise kendinizden bir şeyler vermek, başka yaşamlara dokunmanızı sağlayabilir. Bunu becermek, sadece yaşamınıza dokunduğunuz kişilerin değil, sizin de kendinizi iyi hissetmenize neden olacaktır.
BAŞKALARININ HAYATINA İLGİ BÜYÜK
İnsanlarla konuşurken, internette gezinirken, televizyon programlarını izlerken, ama özellikle sosyal medyayı takip edince, herkesin başka yaşamlara olan ilgisini görmek mümkün oluyor. İncelenmesi gereken bu ilginin nedeni, şekli ve sonuçları. İlginç bulunan yaşamlar didikleniyor, eleştiriliyor, yargılanıyor. Yazılanlara bakınca, en önemli eksiğin büyük bir çoğunluğun nedenleri ve yapılması gerekenleri önemsememeleri olduğunu anlyorsunuz. Herkes o yaşamlardaki olumsuzlukları başkaları düzeltsin, gerekiyorsa cezalandırsın istiyor. Başkalarının yaşamlarına dokunmayı, daha başka birilerine görev olarak veriyor. Kendisinin attığı bir twit, facebook için yazdığı birkaç satır, yaptığı bir haber, sunduğu bir program ile dokunduğuna inanıyor. Oysa daha küçük yaştan öğrenmemiz gerekiyor; evet dokunulmak haz verir, ama bazı dokunmalar rahatsız edicidir. Arzularımız var. Birileri sorduğu zaman kolayca sıraladığımız bu arzuların içinde hemen hepimiz "Başkalarına yardım etmek," cümlesini kurarız. Oysa çok yakınımızdakiler için bile hiçbir şey yapmamaya başladık. Okuyoruz, yazıyoruz ve unutuyoruz. Arzularımıza, destek ve yardım isteğimize ne oldu? Çocukluğumuzdan başlayarak mı arzularımızı sınırlamaya başladılar da, bu denli kendimize döndük, sadece kendimizi düşünür olduk? Çocukluk arzularından bahsedince, niçin büyüklerin aklına sadece büyüdüğünde ne olacağı geliyor. Çocukluğumuzun tek arzusu büyümek ve bir meslek sahibi olmak mıdır? "Çocukluk arzularını gerçekleştirdi," yazılarının altını okuyun, göreceksiniz. Yoksa bu arzu, büyüklerimizin arzusu, bizimle ilgili kurdukları tek hayal olduğu için mi hep gündemde kalır. Ailelerimiz çocukça arzularımızı tehlikeli, ahlaksız ya da olanıksız mı bulur? Yoksa çocukluğumuzda isteklerimizi yerine getirmeye çalışan ailelerimizin bizler için kurdukları hayaller mi kısıtlıdır? Kendi arzularını erteledikleri ve gerçekleştiremedikleri için bize aktarmaya mı çalışırlar? Bunlara rağmen çocukluk arzularımıza yeniden dönebilir miyiz? Arzu, bir iş edinmeyle sınırlı kalamayacak kadar derin bir duygudur. Dilek, heves, istek yerine arzuyu kullandığımızda tutku, gizem, aşk, hatta cinsellik içermez mi söylediklerimiz? Çocukluk arzularımız nereye gitti? Henüz süperegonun olgunlaşmadığı, hayal dünyamızın en iyi çalıştığı dönemde, çocukluk ve gençliğimizde sıkışıp, sınırlanıp, bizi kupkuru, arzulamayan ve arzulanmayan erişkinler haline getiren süreçle baş etmek mümkün mü? Arzular çocukluğun erken dönemlerinde şekillenmeye başlar. Sonra deneyimler ve çevre onları şekilden şekile sokar. Önce ailelerimiz arzularmızı sınırlar, sonra öğretmenler ve okullar. Bunu yapmaya çok arzuludurlar, çünkü gerekçeleri bizi korumaktır. Arzularımızı maddi şeyler yönlendirdikçe, içsel ve ulvi arzulardan uzaklaşmaya başlarız. Büyüdükçe elimizde kalan meslek edinmek, para kazanmak gibi somut gerçekleri arzularımız olarak tanımlarız. Çocukluk anılarımıza dönüp, onları canlandırabilir miyiz? Benliğimizin derinliklerinde hiç olmazsa gençlik arzularımızı bulabilir miyiz, dersiniz? Başka yaşamlara dokunabilecek kadar arzunuz kaldı mı? Yoksa çok geç oldu ve biz de arzularımızı, sadece kendi çocuklarımıza mı yatırdık?