Anlar, farkında olmasak da, hayatımızın hakimidir...
Bazen "anlar" bizim peşimizden, bazen de biz "anların" peşinden koşarız...
Zamanın değeri, her zaman "zaman geçtikçe" anlaşılır... Bir duruşun değeri... Bir bakışın... Gerçek bir dostluğun... Bir sevgi durumunun... Keyifli bir sohbetin... İçimizden geçen bir öfkenin... Bir barış isteğinin. Yapılmış bir hatayı gidermenin belki... İçimizde çoğalan bir sıcaklığın.... Belki de sessiz bir dokunuşun değeri... Hüzünlü zamanların bile değeri, her zaman "zaman geçtikçe" anlaşılır. Hüzün yaşama ait bir duygudur çünkü... Bu dünyadan, o "zaman" denilen çözülememiş, sonu olmayan sonsuzlukta, bir çırpıda gelinip geçildiğini daha iyi "anladığımız anlar" bile, hüzünlendirebilir insanı... İçimizdeki aynaların kırıldığı anlar...
Herkesten gizli ya da daha cesurca, çok açık; erkek ya da kadın, yüzümüzden gözyaşı damlalarının aktığı anlar mesela... Bu kirlenen dünyada, bizi arındıran gözyaşı anlarımız...
Daha da fazlası belki... Gökyüzüne baktığımız anlar... Denizin maviliğini kucakladığımız anlar... Güzelliklerle, piramitlerin görkemine yenilmek gibi bir şey...
İşte "anlar", bazen öylesine değerli, öylesine içten...
Ve hayat, hepimiz yeterince farkında olmasak da, "anlardan" oluşuyor...
Aslında bu yazıyı, Borges'in "Anlar" adlı şiirini bir kez daha okuduktan sonra yazdım...
Size de aktarıyorum... Yeniden, yeniden, yeniden okuyalım... "Anları" anlayalım...
Hem kendimizin, hem de başkalarının "anlarını" anlayalım diye: