Üç yıl önce, sevgili Haşmet Babaoğlu sayesinde, çok gecikmeli olarak Portekizli büyük şair Fernando Pessoa'yı (1888-1935) keşfetmiştim. Elbette hayatta, her geç buluşmanın, belki de kendisine göre, farklı nedenleri ve anlamları oluyor.
Pessoa'yı zaman zaman sarsılarak okudukça, işte bu anlamın içinde dolaşır buluyorum kendimi. Pessoa, 20. yüzyıl Portekiz edebiyatının en büyük ismi. Ama insanlık, onu yaşarken ürettiği yapıtları dışında, ölümü sonrasında yazılarını topladığı sandığın bulunmasıyla, çok daha iyi tanıdı. Çünkü sandıktan 27 bin sayfadan oluşan, farklı türlerde yapıtlar çıkmıştı.
***
Pessoa'yı çok dikkat çekici kılan, en önemli özelliklerinden biri; 27 bin sayfaya uzanan eserlerini, kendi
zihninde yarattığı kahramanlara yazdırması. Yani adı ile değil, başkalarının adıyla eserler verirken, bir de o eserleri yarattığı kahramanların gözünden kurgulayarak yazabilmesi. Üstelik bunu birbirinden ayrı 70 kurmaca yazar ile başarması. Yarattığı yazarların, şairlerin arasında galiba en sevdiği de kötü bir Portekizce ile ilkel doğa şiirleri yazan
Alberto Caeiro.
Sonra pagan dinlere inanan hekim
Ricardo Reis. Ardından
'içinde bir Yunan şairi barındıran Whitman' diye tarif edilen
Alvaro de Campos ve başkaları.
***
Pessoa, belki de hayatı sadece seyretmekle yetinen, eylemsizliği ise yücelten biri. İçe dönük, yalnız yaşamış bir adam. Bugünlerde onun
'Huzursuzluğun Kitabı'nın sayfaları arasında yolculuktayım. Pessoa, bu kitabı da yine kendi yarattığı
Bernardo Soares'e yazdırmış. Huzursuzluğun Kitabı, derinlerde bir yerde,
hep aynı duyguyu paylaşan insanlığın özünde olduğu gibi, huzursuz bir kitap. Belki de kitap, insanı huzursuz ediyor, demek daha doğru. Kitap kurmaca bir kişinin kendisini anlattığı bir romanmış gibi yorumlanabilir. Ama gerçek anlamda denemeler ve anlatılar toplamı, diye değerlendirmek sanki daha doğru. Huzursuzluğun Kitabı'ndaki tüm metinler, zamanın içinde saklı kalmış, bilgelik de taşıyan yalın yalnızlık destanları gibi. Ama insanı zorluyor.
Pessoa ya da Soares, bir yerde şöyle demiş mesela:
***
"Yaşamak, bir başkası olmaktır. Ve insan bugün, dün hissettiği gibi hissediyorsa, hissetmek olanaksızdır: Dün hissedileni bugün de hissetmek, hissetmek değil, dün hissedilmiş olanı bugün anımsamaktır yalnızca, artık yok olmuş olan dünkü hayatın canlı cesedi olmaktır.
Akşamdan sabaha kara tahtada ne varsa silmek, her an dirilen bir heyecanla, her şafakta yenilenmiş olarak kalkmak, olmayı ya da sahip olmayı, şu kusurlu halimizle var olmayı ya da sahip olmayı bilmeye bir tek bunun için değer."
***
Sarsıcı cümleler gerçekten.
Pessoa'nın bir şiirinde
"Dalgın ve ötesiz berisiz / Ve de tanımaksızın / Yüzüyorum ölü denizinde / Kendi varlığımın." diye seslendiği dizeler gibi. Ya da aynı şiirin bitiminde,
"Gökyüzüyüm ben, rüzgârım... Gemiyim ve denizim... Hissediyorum ki ben değilim... Yadsımak isterim onu." diyerek kendisini yadsıması gibi.
***
"Öyleyse kim kurtaracak beni var olmaktan? Hayatımı toprağa veriyorum." diyebilen ve insanın huzurunu kaçıran Pessoa'yı, çok geç de olsa keşfetmek güzelmiş.
Teşekkürler sevgili Haşmet...
Huzurlu pazarlar efendim...