İnsan bazen takılıp kalıyor...
İnsanın özündeki gerçeğine... Ömer Hayyam bin yıla yakın bir süre öncesinde sormuş:
"Denizde boğulan su damlacığı,
toprakta eriyen toz zerreciği,
Bu dünyadan geçişimiz nedir ki?
Değersiz bir böcek
Bir göründü, bir yok oldu"
Evet, hayat sanki bir görünmek ile bir yok olmak arasında...
Uzun sayılan bir yokuşun ardında, yavaş yavaş yok olan incecik çizgi...
Hepimiz doğduğumuz anda, oraya doğru ilerlemeye başlıyoruz.
Var olmak ile yitip gitmek arasındayız!
***
"Oyunu oynayan Tanrı, bizler ise dama taşı" demiş, yine Semerkant kentinden, yüzlerce yıl önce seslenen koca Ömer Hayyam...
İşte hepimiz için gerçek soru:
'Bu dünyadan geçişimiz nedir ki?'
Rüzgarların bazen coşku, bazen acı, bazen sevinç ile yoğurup savurduğu, insanlığın
hayat arenasından çekilen ömürler eşliğinde.
Acaba bu dünyadan geçerken insan; inançlar zemininde, hakikat arayışında; kendisini
hayat çemberinin neresinde hissedebiliyor?
Yazgısının bekçiliğini yaparken insan, şimdi'yi ve geleceğini ne kadar belirleyebiliyor.
***
Hiç unutmuyorum. Yazar
Ahmet Altan, yıllar önce bir dergiye verdiği röportajda "Türkiye'de insanların duygusuzlaştığı kanaatindeyim" demişti... Galiba, çok oldu... Yani sanki çok sular aktı duygusuzlaşma köprülerinin altından...
Dünyanın yüzü güneşe dönük bu güzel ülkesinde, insanlar duygusuzlaşalı galiba epey zaman oldu...
Sahte ve
içi hamaset dolu sevgi edebiyatıyla, gerçek duygusuzluk durumu arasında, debelenip durmakta, karmaşık toz bulutları arasında insanlığımız...
Belki de bütün mesele, yine Ömer Hayyam'ın bin yıllık sorusunda:
"Bu dünyadan geçişimiz nedir ki?"
Elbette bu soruya
nasıl cevap verileceğinde bir de mesele...
***
Dünyaya ağlayarak geliyor bir bebek...
Çocuklukla, büyümek hedefi arasında geçen sancılı süreç...
Ama sonra, büyüyen insan; nedense hep
çocukluğundaki yaşam coşkusunu arıyor çevresinde...
Belki de büyüklerin merak duygusu azalıyor...
Dünyaya, yaşama, geleceğe dair... Bir hay huy içinde tüketilen ömürler ne çok fazla...
Bu dünyadan geçişimiz... Geçtiğimiz... Geçeceğimiz günler... Nedir ki?
Kalırsa, bir ses... Sevgi...
İz... Vicdan... Tutku... Hepinize, hepimize ne mutlu...
Aslında yaşama sanatını keşfetmek gerekli...
Herkes kendi hayatının amatör sanatçısı....
Hissetmeli mesela... Ve bir kış sabahında,
yazdan alacaklı güneş, penceremize uzanmışken; yüzümüzü ve kalbimizi ısıtırken; aklın, bilginin, en önemlisi sevginin, sezginin ışığında, insan keşfetmeli yaşama sanatını... Yarın değil, hemen şimdi, şu an... Yaşarken yani...
Sonra geç kalabilirsiniz, kalabiliriz...