Şimdi Hagi zamanı!..
Aslında, yukarıdaki başlığı, cumartesi günü oynanan maç sırasında yaşananlardan sonra atacaktım. Ayrıca, bu başlığın altındaki yazıyı, kendi köşemde değil, daha önce birkaç kez yaptığım gibi, spor sayfasında yayınlayacaktım. Ancak, dün Hagi'nin düzenlediği basın toplantısından sonra fikrimi değiştirdim. Hagi'nin dünkü tavrı, yalnızca spor sayfasında bırakılamayacak kadar dikkat çekiciydi. Bugünlerde herkese "lazım" ve herkese "örnek" olabilecek "sahici" bir tavırdı izlediğim. Sahici! Kararlı, açık, zeki, korkusuz, samimi, dürüst, agresif, saygılı, çocuksu, heyecanlı, mutlaka sonuca gitmeyi amaçlayan, sevimli, cesur... Bütün bu özellikler size bir şeyi hatırlatmıyor mu? Sahada yıllarca izlediğiniz "futbolcu Hagi"nin ta kendisi değil mi bu? Ta kendisi... Futbolculuktan teknik direktörlük mertebesine, oradan da Milli Takım Teknik Direktörlüğü'ne yükseldikten sonra; önce "saç şekli"ni değiştirenlere inat, kendisi gibi olmakta ısrar eden bir "adam" portresi... Hagi'nin basın toplantısındaki; "heyecanlı ve dobracı" tavrı, kimilerine yadırgatıcı ve şaşırtıcı gelmişse, asıl onlara şaşmak gerekir... Hagi, böyle biri olduğu için gelmedi mi geldiği yere? Ve... Taraftarlar, böyle biri olduğu için bağırlarına basmıyorlar mı her maçın başlangıcında? İşin özüne geçmeden; gözlerden kaçan bir ayrıntının daha altını çizmeli dünkü toplantıdan: Türkiye'de, medyayla ilişkilerde; çoğu zaman "siyaset erbabı"nın da içine düşürüldüğü önemli bir yanlışlığı düzeltiyordu Hagi: Bazen, asıl kimliğini unutarak, içinde bulundukları ortamlarda; gazetelerde, ekranlarda kendilerini olayın "taraf"ı ve "taraftar"ı olarak görmeye başlayanları uyarıyordu: "Sizin aracılığınızla taraftarlarımıza sesleniyoruz... Bu toplantımızın bütün amacı budur." Sözcük anlamı "aracı" olan "medya" için "şık" bir hatırlatma!
 İşin özüne gelince... Hayatın öteki alanlarında olduğu gibi; "aracı"lık görevimizi zerrece unutmadan, bazen futbol konusuna da dokunuyoruz yazılarımızda... En son Ümit Karan olayına değinmiştik mesela... Orada, bildiğimiz sebeplerle, Hagi'nin genç futbolcuya "kırgın ve kızgın" olmakta "HAKLI" olduğunu yazmıştık... İşin esasının, medyanın her seferinde "günah keçisi" seçtiği Hakan Şükür'le filan ilgisi olmadığını da söylemiştik. Ama asıl söylemek istediğimiz başka bir şeydi: Ümit'in yanlışlarının, belki Hagi'nin yakından bilmediği "üçüncü kuşağın kimlik bunalımı"yla ilgili olduğunu anlatmaya çalışmıştık. "Kulak çekerek kazanma"nın doğru olacağını söylemiştik. "Beş aylık sürgün", kulağı biraz fazla uzatsa da, ceza cezadır... Saygı duyacaksınız işte... Saygı duyacağız. Biz "tribün"dekilerin "topa girme" hakkımız yoktur ki! Bu bir...
İki... Cumartesi olanlar Galatasaray'ın değil, hiçbir takımın tribününe yakışmazdı bir kere... Ancak, Hagi'ye katılıyoruz: Orada, taraftar çoğunluğunun sesi yoktu ve besbelli organize bir "hareket" söz konusuydu... Arkasında kimin olduğu, önümüzdeki süreçte her "halükar"da yazılacak "istifa" mektubunun altındaki "imza"yla belli olacaktır. Bizi ilgilendirmez... Biz "aracı"lık işimize dönelim ve söyleyelim: Galatasaray taraftarı Hagi'nin yanındadır. Şu ana kadar, yokluklardan "başarı hikayesi" çıkaran adamın, sevdiği için bu formayı yeniden giydiğini biliyor herkes... Sevdiği için... Ne stat, ne kredi, ne transfer, ne para... Artık anlaşılmıştır ki... Yüzüncü yılında Hagi'nin başında olması; Galatasaray'ın tek şansı ve sahip olduğu en önemli değerdir.... Yarın gidebilir, biliyorsunuz... Gidebilir... Yüzüncü yıldan geriye, kala kala, kaşkollardaki logo'yla cumartesi günü tribünde "I love you Hagi" yerine duyulan "I love you Saidou" sloganı kalır ki.. Bozdurur harcarsınız artık!...
"Kara" mizah olsun diye yazdık ki... Hayır... Böyle bir şey olmayacak... Galatasaray onu, o Galatasaray'ı sevdiği için Hagi kalacak... Sevdiği için... Sevdikçe ve sevildikçe... Şampiyon olur ya da olmaz, bilemem... Ama... Şimdi Hagi zamanıdır... Asıl şimdi...
|