İki yıldır süren, çatışmanın olmadığı ve ölümlerin yaşanmadığı çözüm sürecinin 6-7 Ekim vandalizmiyle yara alması kamu yönetimini de sivil toplumu da alarma geçirdi. Çünkü hedefe konan, Türkiye'nin tarihi toplumsal barış ve demokrasi projesiydi. Bu tarihi süreç her türlü provokasyona, dayatmaya rağmen yaşamalıydı.
Bu kritik eşikte, akil insanların yeniden devreye girmesi ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun da vakit kaybetmeden onlarla buluşması umut verici oldu. Başbakan Davutoğlu, buluşmada altı çizilmesi gereken tarihi bir konuşma yaptı ve hükümetin çözüm sürecine nasıl baktığını anlattı.
Bu açıklığa Türkiye toplumunun ihtiyacı vardı. Çünkü içeride ve dışarıda, "Çözüm süreci Türkiye'yi bölecek" diyeninden "Hükümet Kürtleri oyalıyor" diyenine kadar çok farklı saldırılar vardı. Aynı algı operasyonunu Kobani'de de gördük. Aylardır özellikle Kürt toplumu, "Türkiye IŞİD'i destekliyor" tezi üzerinden "çözüm süreci bitiyor" noktasına getirildi. Başbakan Davutoğlu, ilk kez bu iddialara açık cevap verdi ve hükümetin nasıl bir bakış açısına sahip olduğunu söyledi:
"Önümüzde iki seçenek var: Ya barışçıl ve karşılıklı saygıya dayalı esaslarla bu toprakları birleştirici bir yol seçeceğiz ki bizim tercihimiz budur. Ya da yayılmacı, sekter ve modern görünümlü ama aslında gayet arkaik, aşiretçi BAAS ideolojisiyle veya Marksizm'le ya da bazen dini, İslami görünümlü arkaik yapılarla bezenmiş çoğulcu yapılara karşı savaş ilan eden terör veya radikal grupların tesiri altında kalacağız..."
Bu seçim, sadece Türkler ve Kürtlerin değil, tüm bölge halklarının önünde duruyor. Çözüm süreci bu önerinin içerideki versiyonu. Başbakan Davutoğlu, bu bakış açısıyla çok tartışılan Türkiye Kürtlerine statü talebine de cevap verdi: "Kürtlerin devleti yok, devlet arayışı var diyenlere ben şunu söylüyorum, Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti'dir."
Bu "ortak devlet" önerisini ne yazık ki Kürt siyasi hareketleri henüz gündemine almış değil. İçinin nasıl doldurulacağına elbette siyaset karar verecek. Ancak Kürt siyasi hareketleri hâlâ 20. yüzyılın "ulus- devletçi" yaklaşımıyla özel statü isteme noktasında olduğu için bunu aşamadı.
Tabii Kürtlerin sadece Türkiye'de değil, Irak, Suriye ve İran'da da olmaları sorunu daha karmaşık hala getiriyor ve bundan yararlanmak isteyenler de var. Hatta Almanya gibi bazı ülkelerin devreye girerek, "kavgalı küçük Türkiye" arzusu, milliyetçi damarları da harekete geçiriyor. Bu çabaların tek bir amacı var: Barışçıl yollarla kurulacak ve bölgede etkili olacak "Türk -Kürt İttifakı"nı engellemek. Başbakan Davutoğlu, bu gerçeği Barzani örneğiyle açıklıyor:
"Çözüm süreci doğru yürüdüğü sürece çevredeki yaralara da şifa olacaktır. Barzani geçen sene Diyarbakır'a geldiğinde eski Türkiye'de felaket olarak görülebilirdi. Kimse hayal edemezdi. Bu devrimci bir adımdı. Yurtdışındaki Kürtler de bizim kardeşimizdir. Onların özgürlüğü bizim özgürlüğümüz, onların acısı bizim acımızdır."
Peki, aynı şey Suriye Kürtleri için de geçerli mi? Başbakan Davutoğlu, ilk kez yeni bir yaklaşımdan söz ediyor: "Biz hiçbir zaman Kobani önemsizdir demedik. PKK silahlı unsurlarını Türkiye topraklarından çekmiş olsaydı tutumumuz farklı olurdu." İşin can alıcı noktası belki de tam burası. Hükümet, Kobani konusunda "tutumumuz farklı olurdu" diyerek PKK ve çevresine "birlikte hareket edebilirdik" mesajı veriyor. Bu mesaj alınır mı bilmiyorum ama bu noktada artık Akil İnsanlar'ın veya onlardan oluşan Sivil İzleme Komitesi'nin devreye girip çözüm süreci dökümü yapmasında yarar var; hükümet ve PKK ne yaptı, ne yapmadı? Gerçek ortaya çıkmalı.