Bundan tam 14 yıl önce Türkiye, Necdet Sezer'in başlama vuruşunu yaptığı Cumhuriyet tarihinin en büyük krizini yaşamıştı. Aslında krizin alt yapısı yıllar içinde oluşmuş bardağı taşıran son damlaya ihtiyaç duyuluyordu ve o damla, Anayasa kitapçığı fırlatılmasıyla taştı.
Alım gücümüz yarı yarıya düştü, ekonomi %40 küçüldü ve bugün dahi ödemeye devam ettiğimiz faturalarla yüzleştik. Yüzleştiğimiz yalnızca bu değildi. Kendi bankasının içini boşaltan medya patronlarıyla yüzleştik.
Ortağını dolandıran işadamıyla yüzleştik. Vergi iadesi zarfı üzerinden dahi vergi kaçıran memurumuzla yüzleştik. Kısaca 2001 kriziyle aynada kendimizle yüzleştik.
Bu devlete vergi verecek kadar enayi değilim diyebilen bir işadamını, devlet bakanı yapmamız yetmiyormuş gibi kamu bankalarını ona emanet ettik. Sanayicinin faaliyet dışı kârı %90'ları aştı ve repodan para kazandığımızı sandık.
Enflasyon yorganı bütün ayıplarımızı örttüğünden testiyi kıranla suyu taşıyanı ayrıştıramadık, IMF'nin Türkiye şefini başbakandan daha fazla dinler olduk. Devlet malı deniz, yemeyen domuzdu. Ve bir sabah deniz aniden bitti, 2001 krizi geldi çattı.
14 yıl sonrasından o güne bakıyorum ve "iyi ki yaşamışız" diyebiliyorum. Zira krizden öğrenen yapımızla 2001'de çok büyük bedelle öğrendiklerimiz sayesinde küresel krizden ayrıştık, bugünkü istikrar rejimine varabildik.
Peki, yeni bir kriz? Şu ekonomik kriz çıkarmak isteyen kriz tellallarının algı yönetimine aldırmayın. Bütün gayretlerine rağmen kriz çıkaramıyorlar. Fakat 14 yıl önceki krizin altındaki dinamikleri de gözden uzak tutmamak gerekiyor.
2001 krizini, kötü alışkanlıklarımız ve bundan yararlanmak isteyen küresel haydutlar çıkardı. Bugün o haydutlar, yerli işbirlikçileriyle yeniden kol kola… Ancak bizlerin; eski kötü alışkanlıkları nüksetmedikçe ve yeni ekonominin yeni kötü alışkanlıklarına sapmadıkça hiç şansları yok.