Ekonomiyi konuşalım konuşmasına da... Güçlü ekonominin ön şartı olan "güçlü siyasetteki kırılmanın" nedenlerini anlamadan bir yere varamayız. Siyasetin istikametini kökten etkileyen iç ve dış dinamikleri okumadan ülkenin nereye sürüklenmek istediğini, bundan sonra belini nasıl doğrultacağını anlamamız da mümkün olamaz.
***
Geçtiğimiz hafta kredi derecelendirme kuruluşları Ankara'da idi. "
Ne olacağını?" sordular. Analizleri sanıldığı kadar "
karamsar değil!" Ama ne zamana kadar? Tekrarlanacak seçimin sonuçlarına kadar! Türkiye'nin kredibilitesinin değerlemesi yıl sonuna bırakılmış durumda. Ekledikleri tek husus şu: "
Yeni başarı öyküsüne ihtiyacınız var!"
Yani... Türkiye siyaseti, geçmişe takılır, rövanşist politikalar yüzünden geleceği ve yapısal dönüşümü ıskalarsa bunun ciddi maliyeti olacak!
***
Önümüzdeki hafta ise iki G 20 toplantısı var. Önce Çalışma Bakanları, ardından Ekonomi-Maliye Bakanları ile Merkez Bankası Başkanları bir araya gelecek. Türkiye, siyasi türbülansa girmeden G 20 gündemi ile ilgili önemli mesafe almayı başardı. G 20 bünyesinde, "
KOBİ'lerin teşviki, kadın istihdamı ve zirvelerin yıllık değerleme raporlarının çıkarılarak hesap verebilirliğin artırılması" Türkiye'nin katkısı olarak kayda geçti. Kasım ortasındaki G 20 Antalya Zirvesi öncesinde asıl kararların şekilleneceği Ankara'daki toplantılara Türkiye'nin siyasal düzeyde kimle katılacağının son dakikaya kadar belirsizliğini koruması da handikap!
***
Gelelim asıl konuya... "
Siyasi kırılma" tezimize. Bana göre ne olduysa Mayıs 2013'te oldu.
Tayyip Erdoğan'ın Başbakan sıfatıyla Washington'a yaptığı, protokolü ve ilgisi oldukça yüksek düzeyli o ziyaretten sonra bir dizi sarsıcı toplumsal, politik, adli olay dizisi patlak verdi. Gezi Olayları, 17-25 Aralık (2013) siyasete müdahale girişimi gibi... Neye "
hayır" denildiğini bilmiyorum. Fakat objektif faktörleri öngörebiliyorum:
1- Türkiye'nin, Erdoğan liderliğinde mümkün oldukça "
bağımsız politika" uygulama isteği.
2- Batı dünyasının "
Ilımlı İslam" diye tanımladığı modelin yerine, "
Şia'yı" ve "
liberal laiklik" modellerini empoze etme planı.
3- Türkiye, İsrail ilişkilerindeki gerilimin İslam coğrafyasında ve Arap toplumlarında hareketlenmeye yol açması.
4- Ankara'nın, enerji ve askeri içerikli projelerde ve uluslararası örgütlerde Rusya ve Çin'le alternatifler arama çabası.
5- Küresel sistemin adaletsizliklerini sorgulayan ve geniş topluluklara ilham kaynağı olabilen Erdoğan'ı frenleme niyeti.
Tabii bu plan ve projelere, AK Parti siyasetinin verdiği tepkilerle olayları yorumlama biçimi ve aldığı tedbirlerdeki bazı yetersizlikleri de eklemek durumundayız. Çözüm Süreci gibi hayati bir devlet kararının gelinen acı noktada askıya alınması da bir handikap!
Peki, yarın ne olabilir? Uluslararası aktörlerin Türkiye'yi "
kontrollü kriz" ekseninde tutmak istediği anlaşılıyor. ABD'nin DEAŞ'la mücadele stratejisi, İran'la yaptığı nükleer anlaşmanın sonuçlarını görme isteği, Ankara'yı gözden çıkarmasına engel olmakla birlikte, Türkiye'nin burnunun sürtülmesi isteğine engel değil. Bunun için Türkiye'nin bir koalisyon denkleminde tutulması hedefleniyor.
Ya AK Parti milletin mesajına göre yenilenmesini başararak ülkeyi yönetme iradesini sürdürecek ya da Türkiye koalisyonlu ve erken seçimli yıllara yeniden merhaba diyecek!