"Kadına şiddet"in en yoğun tartışıldığı şu günlerde meselenin doğru anlaşılabilmesi ve sonuca varılabilmesi noktasında medyaya büyük sorumluluk düşüyor.
Çok dikkatli olmalıyız.
Muhakemeleri doğru yapmalıyız.
Kadına şiddet meselesini, çözülmesi gereken sıradan bir mesele gibi değil, terör benzeri, kangrene dönüşmüş milli bir mesele olarak görmeliyiz.
Oynattığımız kalemlerin, kullandığımız fotoğrafların, ettiğimiz sözlerin toplumda nasıl bir algıya yol açacağını, toplumu ne yönde etkileyeceğini, kadın şiddetini yaratan olgulara hizmet edip etmediğini muhakkak iyi hesaplamalıyız.
Bakın, söylenen bir sözün, yapılan bir eylemin, konuşulması tartışılması elzem olan bir konunun gündeme taşınmasında aracılık eden biz gazetecilerin, televizyoncuların "kadının adının geçtiği her yerde" çok daha hassas olması gerekiyor. Kadını aşağılayan, kadını ikinci sınıf yerine koyan haberlerden mümkün olduğunca uzak durması gerekiyor.
Bu bağlamda bu tür haberlere, ifadelere elimizden geldiğince sert tepki göstermeli ve "kadını aşağılayan" her kim olursa olsun, o kişi ya da kişilere gereken tavrı anında koymayı başarabilmeliyiz!
Zaten, eğer biz basın mensupları bunu başaramazsak...
Kadını bir "eşya", kullanılmasında sakınca olmayan bir "mal" gibi görmeyi kendisine felsefe edinmiş "erkek bozuntularına" yeri geldiğinde haddini bildiremezsek...
"Seninki erkeklik değilim aslanım! Seninki resmen ahlaksızlık, alçaklık, hayasızlık ve namussuzluk!" diyemez isek...
Kadının kendisini aşağılayanlar, horlayanlar ve her türlü kötü muameleye layık görenler karşısında zafer kazanması asla mümkün olmayacaktır!
Sözü biraz uzattım. Ama bunun için çok haklı bir gerekçem var sevgili okurlarım. Dün bir arkadaşım aradı. Öfkeden deliye dönmüştü.
"Sizin medyada bu zihniyette kafalar var olduktan sonra kadın daha çokkkk dayak yer Sevilay'ım..." derken sesi titriyordu sinirden.
Cengiz'e (Semercioğlu) kızmıştı...
Onun, "Böyle bir şey var mı?" adını verdiği programının önceki günkü konuğu teknik direktör Yılmaz Vural'mış. Oradan buradan filan konuşurken laf dönüp dolaşıp adamın özel hayatına gelmiş.
Arkadaşım diyor ki; "İzlesen eminim sen de şoka girerdin. Adam utanmadan, arsızca, 'İki eşim var. Biri Almanya'da, biri de burada! İkisini de çok severim. Birinden birine kıyamadım. Çünkü ikisi de gerçekten çok iyidir. Asla ayırt etmem. İkisine de giderim! Hiç birbirlerini kıskanmıyorlar. Aksine çok güzel anlaşıyorlar' derken karşısındaki gazeteciler o kadar tepkisiz ve o kadar rahat bir haldeydi ki yemin ediyorum deliye döndüm ekranın karşısında! Adamın pespayeliğinden çok Cengiz Semercioğlu'nun ve yanındaki bayan arkadaşının o umursamaz tavrına bozuldum." Arkadaşım yerden göğe kadar haklı! Bence de, Cengiz de, program ortağı olan Gamze Karaman da Yılmaz Vural'ın söylediklerine, pervasız o konuşmalarına karşı, o an, oracıkta, gereken tavrı koymalıydı.
Tavır koymamak, çok iyi bir halt yediğini sanan bir adamın karşısında öylece sus pus olmak, onun yaptığını alkışlamak, bir anlamda adamın yaptığını legalize etmektir. Gayrimeşru olan ilişkisini onaylamak ve meşrulaştırmaktır.
Ve en kötüsü, programı izleyen milyonlarca erkeğe, "Bakın... Vural ağabeyiniz ne kadar mutlu. Ne kadar huzurlu, iki karısıyla birlikte. Siz de yapabilirsiniz! Siz de pekala onun bu hayatını kendinize örnek alabilirsiniz!" deyip, bir anlamda o adamın akıllara durgunluk veren o korkunç ilişkisini, yaşamını tavsiye etmektir.
Herkes şunu bilmeli ki, bu tavsiyenin de vebali, günahı çok büyüktür! Hem de çok!