IMF'ye borcun son taksit tutarı olan 468.6 milyon dolar 14 Mayıs'ta ödenecek. Böylece Türkiye IMF hesabını kapattıktan sonra ilk defa IMF'ye 5 milyar dolar borç verecek.
Hatırlayacaksınız 2008'de ABD'de konut sektöründe başlayan finansal kriz Avrupa'ya sıçradı ve ardından tüm dünya ekonomisini etkisi altına aldı. İşte tam bu sırada bazıları sanki kriz Türkiye'de çıkmış gibi medyada büyük gürültü kopartarak "IMF'den 35 milyar dolar alıp bize vermezseniz borçlarımızı ödeyemeyiz batarız, böylece Türkiye ekonomisi de batar" dedi. Hatta bazı büyük bankalar hükümeti tehdit etmek amacıyla büyük gruplar halinde işçi çıkartmaya başladılar.
İşte bütün bunlar olurken Başbakan Erdoğan "bütçede açık olmadığını, kısa vadeli dış kamu borcunun çok az olduğunu" belirterek IMF'den borç almayacağını açıkladı. Böylece Türkiye'yi IMF hastanesinden çıkarttı. Bunun üzerine bazı işadamları ABD'nin Türkiye büyük elçisine "AK Parti Hükümeti'nin IMF anlaşması olmadan bütçeyi yönetemeyeceğini, kamu harcamalarını popülizmle çoğaltıp ekonomiyi batıracağı" ileri sürüp şikâyet ettiler. Oysa tam aksine IMF hastanesinden çıkan Türkiye ekonomisi daha iyi performans göstermeye başladı. Bütçe açığı ve borç yükü azaldığı gibi 2011 genel seçimleri öncesinde bütçe fazla vererek seçimlere girildi. Böylece Başbakan Erdoğan'ın popülist politikalardan kaçınan ve mesleğini iyi yapan bir iktisatçı olduğu ortaya çıktı. Çünkü IMF ile 2008'de yeni stand-by anlaşması yapılıp 35 milyar dolar borç alınsaydı, bugün Türkiye ekonomisi hâlâ yüksek kamu borcu olan ve IMF hastanesinde yatan bir ekonomi olacaktı. IMF'den alınan ek borcu da vatandaş ödemeye devam edecekti. Ve bugün yürürlüğe konulan barış sürecinin yolunu açmak da mümkün olamayacaktı.
Niye böyle bir değerlendirmeyi yapıyoruz? Çünkü kamu maliyesi kırılgan olan bir ekonomide Başbakan'ın radikal kararlar alabilmesi mümkün olamazdı. Dolayısıyla önce IMF vesayetinden kurtulmak ve IMF'ye borcu ödemek gerekiyordu. Ve Başbakan Erdoğan bu bilinçle hareket edip önce kamu maliyesini kırılgan olmaktan çıkarttı. Böylece bu ülkede IMF'nin bulunmasını gerektiren koşulları ortadan kaldırdı.
Gelelim IMF vesayetinden kurtulmanın sağladığı faydalara... Bildiğiniz gibi IMF programları, ülkenin büyüme hızını ve istihdamını hedef olarak almaz. IMF programlarının iki hedefi vardır: Bir, düşük enflasyon, iki, ödemeler dengesinin sağlanması. Bu iki hedef, ülkenin, zenginlere borçlarını ödemesini sağlamaktan başka bir anlam taşımaz.
İşte Erdoğan, Türkiye'yi IMF vesayetinden kurtararak, zenginlerin lehine çalışan ekonomiyi fakirlerden yana değiştirdi. Düşük gelir gruplarına fırsat eşitliğini sağlayan sağlık ve eğitim harcamalarını çoğaltıp, askeri harcamaları azalttı. Kamu altyapı yatırımlarının "yap-işlet-devret" özelleştirme yöntemleriyle, Hazine'ye yük olmadan yapılmasını sağladı. Böylece ekonomide gelir dağılımı düzelirken, verimlilik arttı.
Anlayacağınız, Başbakan Erdoğan, 1961'den beri 19 defa gittiğimiz IMF'den, Türkiye'yi popülizmden uzak duran bir iktisatçı kararlılığıyla kurtardı.