Amerikan devlet borçlarının milli gelire oranının hızla artması karşısında, derecelendirme kuruluşu Moody's, ABD'nin en yüksek seviye olan "üç A" notunu gözden geçireceğini söyledi. Bunun üzerine Demokrat Parti milletvekili Dennis Kucinich, derecelendirme kuruluşuna şu cevabı verdi: "Hiçbir ulus, hiçbir kuruluş ve organizasyon, ABD'ye ne yapacağını dikte ettiremez."
Ve nihayet, bu cevabın ardından yapılması gereken yapıldı! Derecelendirme kuruluşlarının 2001'de Enron olayındaki ve 2008 mortgage krizindeki zafiyetleri tek tek ortaya kondu. Nasıl batmış şirketlere en yüksek notları vererek yatırımcıyı kandırdıkları açıklandı. Hatta son iki gündür de, derecelendirme kuruluşlarının oluşturmuş oldukları kartelin, yeni yapılacak düzenlemelerle nasıl yıkılacağı ve başına buyruk notlama yapan bu kuruluşların nasıl kontrol edileceği tartışmaya açıldı.
Anlayacağınız ABD, başıboş derecelendirme kuruluşları kendisine dokununca hemen harekete geçip bu kuruluşları hizaya sokmaya başladı. Keza Avrupa da benzer adımlar atıyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Manuel Barroso, Moody's Portekiz'in notunu dört kademe düşürünce, bu notu reddettiğini duyurdu. Portekiz'in iyi durumda olmasına rağmen kasıtlı olarak not indirimi yapıldığını söyledi. Ardından Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schauble "Derecelendirme kuruluşlarının oligopolünü kırmalıyız" açıklamasını yaptı. Ve Avrupa şimdi yeni bir derecelendirme ofisi kurmak için harekete geçti. Çin "ideolojik not veriyorlar" diyerek Amerikan derecelendirme kuruluşlarını reddetti ve kendisi yeni bir derecelendirme şirketi kurdu.
Peki Türkiye bütün bu gelişmelerin dışında mı? Aksine işin tam göbeğinde. Türkiye Hazinesi, yıllardır bu derecelendirme kuruluşlarının haksız yere verdikleri düşük notlar nedeniyle, milyarlarca dolar fazla faiz ödedi. Hatta lobiler "durumunuz kötü" diyerek Türkiye'nin notunu kasıtlı olarak düşürtüp bu ülkede faizlerin artmasını sağladılar. Faizleri artıran Merkez Bankası başkanlarını da "dünyada yılın merkez bankacısı" seçtirerek, ödüllendirdiler.
Türkiye'nin başarılı işadamlarından Mehmet Betil, önceki gün bu durumu çok çarpıcı ve açık bir biçimde özetledi. "Enflasyonu düşüreceğim kisvesi altında bu ülkeye yüksek faiz-düşük kur politikası izlettiren ve bu yolla ülkenin milyarlarca dolarını gereksiz yere yurtdışına transfer ettiren adamlar, dünyada yılın bankacısı seçildiler ve ödüllendirildiler. Sonra da bunlar, bir şey başarmış gibi etrafta kasıla kasıla yürüdüler. Ama şimdi açıkça ortaya çıktı ki, Türkiye'nin notlaması düzgün yapılsaydı, yüksek faiz yoluyla bu kadar kaynak yurtdışına aktarılmaz, bu paralar ülkede yatırıma dönüşürdü. Okul olurdu, yol olurdu, fabrika olurdu" dedi.
Türkiye'nin örnek iş adamlarından olan Mehmet Betil, yılların tecrübesiyle konuşuyor. Eğer bu ülkede işini iyi yapan işadamları böyle düşünüyorsa "sıfır reel faiz verelim" diyen Başbakan Erdoğan'ın önerisi ciddiye alınmalı ve yüksek faiz lobisinin hamleleri geri püskürtülmelidir. Çünkü Türkiye'de de artık gerçek işadamları ve lobilerden bağımsız politikacılar "bize ne yapacağımızı kimse dikte ettiremez" diyorlar. Kamu maliyesi sağlam olunca, bir ülkenin kendine güveni böyle artıyor işte!
Faiz lobisine gelince... "Döviz kurları yükseliyor" feryatlarıyla faiz artırımı için Merkez Bankası'na baskı yapmayı bırakın. Türkiye'nin kredi notunun, borçlarını ödeyemeyen Portekiz ve İrlanda'nın altında tutulmasına gözlerinizi kapatıp, faiz artırımı istemeniz hiç mi hiç inandırıcı olamıyor. Birilerine haksız yoldan servet aktaran bu yüksek faiz oyunu artık iyice açığa çıktı. Türkiye'nin bulunduğu not seviyesi kasıtlı olarak düşük. Ya Türkiye'nin notu yükselmeli ya da diğerlerinin notları Türkiye'nin altına inmeli. İki durumda da, Türkiye'de faizlerin hızla gerilemesi gerekecek. Anlayacağınız Türkiye'nin faiz artırımına değil, faiz indirimine ihtiyacı var. Bu ülkenin kamu maliyesi sağlam, son dokuz yılda devletin iki yakası bir araya geldi! Ne yapalım, gene size kötü haber, bu ülkeyi yüksek faizle soyamayacaksınız artık.