Cari açık ürettiğinden fazla harcamak anlamına geliyor. Bu hak edilmeyen gelir nereden geliyor? Harcanan bu fazla para, dışarıdan borç olarak alınıyor.
Gelelim bizim cari dengenin son durumuna... Merkez Bankası'nın en son açıkladığı verilere göre, geçen yılın ilk üç ayında 10 milyar dolar olan cari açık 2011'in aynı döneminde 22 milyar dolara yükseldi.
Bu artışın etkisi ne oldu derseniz... Yükselen cari açık kriz lobisini hareketlendirdi. Onları, "acaba kriz çıkar mı?" sevincine boğdu. Çünkü enflasyon ve faizler tek haneye gerilediğinden beri geçmişteki gibi bol para kazanamıyorlar. Ancak krizler onlar için bir umut ışığı yakıyor. Başkalarının işsizliği ya da zor duruma düşmesi gibi sıkıntılar onlara para kazanma fırsatı yaratıyor. Ama cari açıktan umdukları kriz çıkmayacak. Çünkü cari açığı çoğaltan devlet değil. Peki cari açığı bu kadar çoğaltan kim? Özel sektör.
Kamu bütçesi açığı 2011'de yüzde 2.8 olarak hedeflendi. Ve devletin borç stoku içinde dış borçların payı yüzde 25'ten yüzde 1'e geriledi. Ayrıca kamunun borç yükü yüzde 40 seviyesinde bulunuyor. Bütün bu rakamların anlamı ne? Kamu maliyesinin finansman sorunu yok!
Hatta birkaç gündür tartışılan özelleştirme gelirlerinde bir aksama olsa bile bu durum değişmeyecek.
Zira borç yapılandırmasından gelecek ek kaynak, kamu bütçe açığını milli gelirin yüzde biri seviyesine indirebilir. Anlayacağınız, "bu hükümet gitse de bürokrasideki görevimize geri dönsek" diye can atan bazı emekli bürokratların iddia ettiği gibi kamu maliyesinin görünümünde bir bozulma yok. Dolayısıyla borç yükü azaldığı için faiz dışı fazla ayırmaya da zaten gerek yok.
Gelelim cari açığın niye kriz çıkartamayacağına... Cari açığın krize neden olduğu 1994 ve 2001 yılları incelendiğinde, yüksek cari açıkla birlikte yüksek kamu bütçe açığının paralel geliştiğini göreceksiniz. 1994 krizi öncesi 1993'te bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 6.7, cari açığın milli gelire oranı yüzde 3.5 seviyesinde bulunuyordu. 2001 krizi öncesinde ise bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 10.9, cari açığın milli gelire oranı yüzde 6.8 seviyesindeydi.
Dolayısıyla kamu bütçe açığından kaynaklanan bir cari açık oluştuğu için kamu maliyesi bu riski yönetemedi ve krize girildi. Oysa yakın tarihte yaşanan dünya mali krizinde Türkiye'nin 2008 kamu bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 1.8, cari açığın milli gelire oranı yüzde 5.6 oranındayken dış şokların çok sert gelmesine rağmen dünya krizi Türkiye'ye pek hasar veremedi. Çünkü kamu açığı küçüktü ve cari açık özel sektörden kaynaklandığı için özel sektör kendi risklerini çok rahat yönetti.
Hatta 42 milyar dolarlık cari açık IMF yardımı olmadan finanse edildi.
O halde 2011'de de özel sektörün kendi riskini yönetebileceğini ileri sürebiliriz. Ayrıca cari açığın finansmanının bir kısmı "back to back" kredilerle yani özel sektörün bir cepten diğer cebe verdiği borçlarla karşılanıyor. Kalan kısmı da zaten sigorta edilmiş durumda. Bankalar aldıkları dış borçların ortaya çıkardığı açık pozisyon riskini sigorta ediyorlar. Dolayısıyla cari açık 1994 ve 2001'de olduğu gibi krize neden olmaz. İşte bu nedenle kriz lobisi sevinemeyecek, onlara yine iyi haber yok. Çünkü devletin iki yakası bir araya geldi. Kendi borçlarını kendi kaynaklarıyla paşa paşa ödemeye devam edecekler.