Başlıktaki satır bana değil, kız kardeşim Serpil'e ait.. O benim en değerli okurum. Hayır, sadece kardeşim olduğu için değil.. Yazımı sabahın köründe, internetten okuyor ve ben yataktan kalkıp, çayımı içtikten sonra saat 9 gibi salona geçip, tabletimi ve telefonumu aldığımda onun eleştirisini hazır buluyor ve okuyorum..
Dün onun pek de ilgisini çekmeyen "futbol" üzerine iki yazı ile kapamıştım köşemi..
Birisi, Türkiye Süper Ligi'nin gerçek adının "Türkiye Sahtekârlar Ligi" olduğunu anlatıyor ve bu maçı izleyen 7-17 yaş arası çocukların "Bu ülkede sahtekârlık cezalandırılmaz, ödüllendirilir" öğretisi içinde potansiyel sahtekârlar olarak yetiştirilmelerine, başta Spor, Aile ve Milli Eğitim bakanlarından kukla Futbol Federasyonu'na ve RTÜK'e, her ama herkesin seyirci kaldığını söylüyordu.
Öteki, beIN'in paralı kanalında yayınlanan maçların, ucuz, acemi spikerlerle nasıl kötü sunulduğunu, zaten maçların da futbol ve spor adına 10 para etmez olduğunu anlatıyordu.
İkisinin de ortak özelliği, olabilecek en sert dille yazılmalarıydı.
***
Serpil haklı.. İkisi de "kızgın" yazılardı.
"Kızgın" bile hafif kalır.. Aslında bilgisayarımın başında öfkemden çıldırmıştım..
Kime?. Kukla Federasyon Başkanı, istifa bile edemeyen Nihat Özdemir'e mi?.
O Nihat Özdemir ki, dünyaya bir gurur anıtı olarak sunduğumuz Artvin/Yusufeli Barajı gibi dünya çapında, türünde dünya üçüncüsü bir barajı, tamamen Türk mimar ve mühendisler, Türk kafası, Türk emeği ile yapmayı başaran adamdı.
O Nihat Özdemir ki, bu halktan kazandıklarının bir bölümünü kültür ve sanat yolu ile ayni halka geri veren, Limak Orkestrası gibi bir senfoniyi kuran ve konserler verdiren (Hemen hepsine gidiyor ve alkıştan ellerim patlıyor) örnek işadamıydı..
O Nihat Özdemir, şimdi gözünün önündeki rezilliklere nasıl göz yumuyordu?.
Sadece o değil, yazdım, doğrudan sorumlu Spor ve dolaylı sorumlu Aile ve Eğitim bakanları dahil tüm devlet göz yumuyordu. Ben de öfkeden çıldırıyordum..
Ama öfkem, yaptıkları 6222 sayılı Futbolda Şiddet Yasası hemen her gün ihlal edilir ve bu yasa için atanmış, maaş alan özel 6222 savcıları gık demezken, yasama ve yargıya değildi.
Merkez Hakem Komitesi Başkanı'ndan Spor Bakanı'na ve öteki bakanlara, yani yürütmeye de değildi.
Öfkem dünyanın her yerinde, yasama, yürütme ve yargının ardından 4. güç olarak tarif edilen "basın"a, yeni adıyla "medya"ya idi. Dünkü yazılarımın en sonunda, bunu açık ve net ifade etmiştim..
"Daha yazacak çok şey var, futbol rezilliğimiz üzerine ama, yerim doldu. Çünkü uzun ve ayrıntılı yazıyorum.
Çünkü bunları maçı yazanlar ve yorumlayanlar yazmıyor, söylemiyorlar..
Basın 4. kuvvet..
Cart kabakâğıt.." Kızmasın kimse.. Kabakâğıt ya.. Ben çocukken Avrupa gazeteleri uçakla gelirdi ve ağırlık çekmesin diye incecik, pelür kâğıda basılırdı.
Nerdeyse yarısı tütüncülük yapan bizim köyde bu ince gazeteler, sigara sarmaya kullanılırdı, bir.. Kırsalda taharetlenmede kullanılırdı, iki..
Şimdi kaba kâğıda, tutarken elleri simsiyah eden mürekkeple basıldıkları için o işlere de yaramıyor.
Yani medya fiilen "kabakâğıt!." Yahu geçen hafta salı günü, Rizespor'un Fener Kongre üyesi, doğal Galatasaray düşmanı Başkanı Tahir Kıran, Cüneyt Çakır'ı bahane edip devlete meydan okudu..
"Sıkıysa Cüneyt Çakır'ı bir daha Rize maçına versinler" dedi.
"Kanımın son damlasına kadar savaşacağım" dedi.. 6222'yi 6222 kere ihlal etti.
Bunların yirmide birini söylemeyen Fatih Terim'e 8 maç verildi diye, medya kıyamet kopardı. Tahir'in bu sözlerini manşet yapan büyük gazete çıkmadı. Sabah, Hürriyet ve Milliyet, hele görmezden, duymazdan geldiler.
Sustular..
Üç maymunları oynadılar resmen.. Ben de tüm ayrıntıları ile yazdım. Ve "Ey Nihat Özdemir, bu laflara sessiz kalırsan, yarın Rize'ye gönderecek hakem bulamazsın.
Giden de korkarak gider ve Rize'yi tutar" dedim.. "Tutmazsa imam-cemaat hikâyesi, Rize'de seyirci sahaya iner, katliam olur" dedim.
Şimdi ben yazarken salı.. Siz okurken çarşamba olacak.
Derhal, hemen, yani konuşmasının ertesi günü, geçen hafta çarşamba günü tedbirli olarak ceza heyetine sevki ve bu hafta da, spor yöneticiliğinden müebbet boykot ceza alması gereken Tahir hakkında tek, ama tek işlem yapılmadı..
Yapılmasını beklemiyordum zaten, kukla Federasyon'dan da, sadece "bakan", Spor Bakanı'ndan da.. Tahir bir yerlerden torpilli sanki..
Dedim ya.. Yasama, yürütme ve yargıdan hiçbir şey beklemiyordum..
Ama açıkça hâlâ "Dördüncü Güç" medyadan bir şeyler umuyordum.
Ama ne "Rize" adı geçti sayfalarında, ne de Tahir!.
Benim izlediğim ve yazdığım sahtekârlıkları Sabah, Hürriyet ve Milliyet spor müdürleri ve servisleri izlemiyor mu?. Üçü bir araya gelseler ve kampanya açsalar, millet 4. gücün ne olduğunu görür..
Başta o "Güya Başkan" Nihat, hepsi darmadağın olurlar..
Ama açamıyorlar.
Çünkü spor gibi gayri siyasi bir konudan bile korkuyorlar..
"Nemize lazım. Fincancı katırlarını ürkütür, bize bu zengin hayatı yaşatan refahımızdan oluruz. Salla başını al maaşını oğlum, sana ne" kafası bu..
Ben kızmayayım, ben delirmeyeyim de ne yapayım sevgili okurlar..
83 yaşında ben, bu korkunç rezillik ve utançla tek başıma savaşıyorum. Ötekiler görmezden gelip unutturmaya çalışıyorlar..
Hadi 1955'ten bu yana yazan, yani sadece bu meslekte 67'nci yılı dolduran Hıncal Uluç, nasıl kızmasın, öfkelenmesin ve çıldırmasın, "Meslektaşım" dediği yüzlerce, binlerce "Üç Maymun Oyuncusu"na..
Yani, her ama her kötülüğü "görmezden, duymazdan" gelerek susup oturan ve havadan sudan tartışmalarla sayfalar, saatler dolduranlara kızmam da ne yaparım ben, bu ülkenin insanı olarak?.
Baraj, dünya çapında.. İHA'ları biz yaptık, dünya çapında.. Kaç sektörde dünya çapında ülke, futbola gelince, kulüp takımlarıyla da, milli takımıyla da sıfır..
Sıfıra sıfır, elde var sıfır.. Neden her şeyi yapıyoruz da futbola gelince sıfırız.
2000'de UEFA ve Süper Kupa'yı almış, 2002'de Dünya Üçüncülüğü'nü beğenmez olmuşken, niye çöktük, sıfırlandık?.
Bunun sorumlusu, "Neme lazım, fincancı katırlarından biri ürker, teperse bu refahımdan olurum" diyen spor müdürleri, yazarları, meslektaşlarım değil mi aslında?..
Yazıklar olsun!.
***
YAŞA MEVLÜT KARDEŞİM!..
Yaşım 83.. Allah daha ne kadar ömür ya da beynim ne kadar daha izin verir bilemem ama..
Bildiğim.. Gözüm açık gitmeyecek..
Tıpkı benim gibi, Allah'ın günü siyasi yazılarla, eleştiri de değil, birine söverek köşe dolduranlar arasında, ülkesinin ve dünyasının siyaset dışı yaşamına da bakan, yazan, üstelik de çok güzel yazan biri var, hem de gazetemde.. Ve de genç.. Kaç yaşında olduğunu tam yazmak için Google denen sahte başlıklar kurumuna girdim.
"Mevlüt Tezel kimdir, kaç yaşındadır, nerelidir" falan filan tonla başlık var.
Ama hiçbirinde başlıktaki bilgiler yok. Maksat "tık" almak. Bir sürü yalancı, rezil siteyi tıklattı bana Google.. Onları da ayrı yazacağım merak etmeyin..
Genç arkadaşım dünün en güzel yazılarını yazmış, Günaydın'daki çoktan hak ettiği, yarım sayfa köşesinde..
İlk yazı hele..
Ömür Gedik nerdesin?..
Mehmet Demir, yola çıkan sokak köpeğini ezse, şimdiye on yazı yazmıştın. Sosyal medya ki, ne yazık günümüzde nerdeyse yok ettiği gerçek medyayı onlar, hem de trolleri yönetiyor, yeri yerinden oynatmıştı. Ama Mehmet Demir köpeği ezmemek için hemen direksiyon kırdı.
Sonuç kaza.. Mehmet Demir öldü. Eşi ve üç çocuğu ağır yaralı. Yani sadece ülkemiz sokaklarında başıboş gezme izinleri olan köpekler yüzünden bir aile yok oldu. Gık diyen yok, köpekler için ölesiye savaşanlar Ömürgillerden..
Mevlüt, "Belediyeler, sosyal medyadaki güçlü hayvansever lobisinden linç yemekten korktukları için başıboş köpeklere çözüm üretemiyorlar" diyor..
Tabii.. Köpek yüzünden insanlar ölürse kaza..
İnsan köpeği ezerse, linç..
Mevlüt, "7 bin lira maaşla işçi bulamıyoruz" diyen mermerci işadamını yazmış.
Adam, "Suriyeli göçmenler, eleman eksiğini kapıyor" deyince de sosyal medyadan linç yemiş iyi mi?. Niye gazeteler yazamıyor bu acı, toplumsal gerçeği..
Kış Oyunları Olimpiyat Köyü'nde Çinli ev sahiplerinin beş gün üst üste ayni beş yemekle dolu tepsiyi dağıttıklarını da dün Mevlüt'ten okudum.. Bunca spor sayfası var üstelik..
Daha neler neler.. Hepsi ilginç..
Yaşa Mevlüt!. Önce kendimi okurum, bilirsin. Beni çık.. Şu anda 1 numarada okuduğum yazar sensin!. Cengiz Semercioğlu, Ertuğrul Özkök gibi okunan adamları kovan Hürriyet'ten sonra, bizim Mevlüt mucize..
Yani.. Köşemden ayrılırken, o sayfanın hatta daha da iyi dolacağını düşündürdün bana, Mevlüt!..
Senin köşen öfkemi aldı..
***
AH AHMET HAKAN AH!..
"Sosyal medyanın insanı riyakâr yapan bir tarafı var" diye başlamış Ahmet Hakan köşesinde.. Ben de kesip saklamışım..
Bitiş de şöyle..
"Kısacası..
Sosyal medya..
Olduğu gibi görünmeyenler ile göründükleri gibi olmayanların dünyası haline gelmiş durumda.."
Bu satırları yazan, Hürriyet'i nerdeyse tamamen sosyal medyaya göre çıkaran Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan iyi mi?.
Ama "Olduğu gibi görünmeyenler ile göründükleri gibi olmayanlar"dan biri değil, sevgili dostum.
Köşe yazarı Ahmet başka, Hürriyet'i yöneten Ahmet başka..
***
TEBESSÜM
Bakın bu hayatınızın en güzel, en anlamlı tebessümlerinden biri olacak..
5 yaşındaki Ayşe, 7 yaşındaki ağbisi Mehmet'e sordu.. "Ağbi, sevgi nedir?."
"Sevgi, senin her sabah benim yemek kutuma sakladığım çikolatamı yürüttüğünü bile bile, onları ayni yere saklamaya devam etmemdir.."
(Öcal ağbi, hatırladın mı?. Bandırma'da babam sana ve bana alüminyuma sarılmış küçük çikolataları pay ederdi. Sen hepsini hemen yerdin, bense bir tane ağzıma atıp gerisini saklardım, ama onları da sen yerdin. Sakladığım yerde, elinle koymuş gibi bulup!.)
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Ne yapıyorsan osun. Ne yapacağını söyleyen değil!. (İmamoğlu'na ithaf)
Carl Jung (Ruh doktoru.. Psikanalizin kurucusu)