Dün Uğur Meleke'nin Türk futbolu üzerine harikulade bir matematiksel analizinden söz ettim, "Son yıllarda okuduğum en güzel spor yazısı" diyerek..
O kadar güzel bir mantık ortaya koyuyordu ki, kimse itiraz edemez.
Mesela Federasyon Başkanı Nihat Özdemir?.
Mesela durmadan değişen Merkez Hakem Komitesi başkanları?. Bugünkünün adını bilmiyorum. Mesela Google'a girip bakmak da istemiyorum. Çünkü değmez.. Çünkü, Ahmet, Mehmet, Ali, Veli olması fark etmez.. Hepsi birbirinin ayni ve hiçbiri bu futbol katliamını önlemek için kılını kıpırdatmıyor.
Uğur, "Dünyanın en çok duran ligini yaşıyoruz" demişti.
Bizde, uzatmalar dahil maçın brüt süresi 99 dakikaydı. Topun oyunda olduğu net süre ise 54 dakika..
Yani her Süper Lig müsabakasında 45 dakika futbol oynanmıyor, Uğur'un dediği gibi, 20-25 dakika süren iki komedi süresi bizden çalınıyordu.
Oysa Beşiktaş'ın hezimete uğradığı Şampiyonlar Ligi'nde uzatmalar dahil brüt süre 95 dakika, topun oyunda kaldığı net süre ise 59 dakikaydı. Yani oynanmayan süre 36 dakika..
Farka bakıyor musunuz?. Süper Lig'de 45, Şampiyonlar Ligi'nde 36 dakika oynanmıyordu top. Arada 9 dakika fark vardı.
Uğur, futbolumuzu katleden işte bu 9 dakikadır. Bizim futbolcumuz ülkesindeki maçlarda 9 dakika fazla dinleniyor. Yani daha az koşuyor. Oysa dışarı çıkınca, az kesilen oyun yüzünden kısa zamanda bitap düşüyordu.
Bu 9 dakikanın içinde sadece sahte sakatlık numaraları değil, taç dahil her ama her şeye itirazlar, elle, ayakla her duran topu geciktirmeler de vardı tabii.
Böyle olunca, Sevgili Uğur, Süper Lig'de sadece seyircinin zamanını değil, seyir zevkini de mahvediyorduk. Bu kadar sık duran, durmaları bu kadar uzayıp oyuncuyu soğutan maçta, iki takım da keyifle izlenecek hangi oyunu kurabilir ve gösterebilirler?. Futbol sonunda bir seyir sporu..
Pek ne seyrediyor, bizim seyirci?.
Oscarlık sahtekârlıklar..
En kolay ve en sık yapılan şey, sahtekârlık..
Şimdi bir sahne anlatacağım size..
Bir ikili mücadelede, bir temas oyunu olan futbolda, ortada faul bile yokken, bir futbolcu, hatta stadın dışından duyulacak bir çığlık atıyor, sonra kendini havaya fırlatıyor. Bir eliyle ya yüzünü ya da ayak bileğini tutarak yere uzanıyor. Yerde güya acı içinde üç tur dönüyor. Yüzükoyun ama eli ya yüzünde ya ayak bileğinde uzanırken, öbür eliyle çimleri dövüyor. Sahne, yetişmezseniz adam ölecek!.
Şimdi bu sahneyi her maç ortalama 10, hatta 20 kez izliyor musunuz?.
Bir de rastgele bir Avrupa maçı açın.. İngiltere, İtalya, Fransa, Almanya.. Bir kere görürseniz bana yazın da okura haber vereyim. "Hollanda liginde falanca maçta, filanca futbolcu bu sahneyi yarattı. Sonra ayağa kalktı ve yarış atı gibi koşmaya başladı.."
Bakın sevgili okurlar..
Takımı hem de 5-2 ilerdeyken ve maçın sonu yaklaşırken, Efecan gibi efendi, sportmen bildiğim bir futbolcu, bir oyun lideri, bir kaptan bunu yaptı. Hakem Yasin Kol'a ve VAR Hakemi Tugay Kaan Numanoğlu'na yutturdu ve Haddadi'yi oyundan attırdı.
Hakemlerin bunu "kasten" yaptıkları gibi bir iddiam yok.. Ama mantıklı bir itirazım var..
Bu ülkede, sahtekârlık, başkasının hakkını çiğnemek için yalana, hileye başvurmak, mesela trafikte bile, hem de ekip arabasının önünde kural çiğnemek ve kurala uyanları avanak yerine koyup basıp gitmek serbestken, trafiğin düzelmesi mümkün mü, Sayın Süleyman Soylu?. İçişleri Bakanımız yani..
10 Kasım günü Dolmabahçe'ye çok giden olur diye, orada bir ekip arabası görevlendirdi, vilayet. Tesadüfen ordaydım. Kilit olmuş kavşak.. Çünkü "Çıkamayacağın kavşağa girme" en ağır trafik suçudur, dünyada.. Çünkü çaprazdan bomboş akan trafiği de keser. Bizde baktım ekip arabası gölgeye çekilmiş, iki polis klimalı araba içinde keyif yapıyor. Yanlarına gittim. Kavşağın halini gösterdim.. Ne yaptı o ekip amiri?. Beni tutuklayıp karakola götürmeye kalktı..
O arabanın resmini bastım köşeme. Plakasını da yazdım.
Ne valinizden, ne emniyet müdürünüzden, ne de sizden "çıt" çıkmadı, Sayın Bakan..
Bu İstanbul trafiği, polisin gözü önünde katledilirken siz "Herkesin başına polis dikemem" diye fevkalade edebi, cafcaflı bir laf ettiniz. Haklıydınız tamam.. Ama şimdi de ben bir laf edeyim..
"Polis diktiğinizde ne fark ediyor ki?."
Nereye geldiğimi anladınız değil mi?.
Bu ülkede futbolcuların nerdeyse yüzde 100'ü bu sahtekârlığa başvuruyor. Yüzde 10'la başladı bu iş.. Baktılar yutturdular mı, faul, penaltı, sarı kart alıyorlar, ama yutturamadıkları zaman hiçbir şey olmuyor. Kalan yüzde 90 enayi mi?. Onlar da başladılar, çığlıkla kendini havaya fırlatma, yüzünü veya bileğini tutarak yere düşme, yerde iki tur dönme ve boştaki eliyle çimleri dövmeye..
Neden?.. Hakemi aldatmanın cezası yok bu ülkede.. Yuttur, rakip oyundan atılsın. Yutturma.. Hakem "Devam" desin, sen de yaptığınla kal, yeni sahtekârlıklar planlamaya başla..
Bir meslektaşına, bir spora, sportmenliğe ihanet etmenin ödüllendirildiği hale getirildi futbol sahaları, eyyamcı hakemler ve onları sadece seyreden ve bu rezillik için bir önlem almayı düşünmeyen Merkez Hakem Komitesi ile Futbol Federasyonu tarafından.
Bugün bu pislikleri spor diye, futbol diye bize yutturuyorlarsa, bunun sorumlusu Nihat Özdemir ve rastgele hakem işinin başına gelen yeni seyirci, adını öğrenme gereği bile duymadığım yeni MHK Başkanı'dır.
Oysa işi kökünden çözmek o kadar kolaydı ki.. Uğur yazdı. Benim de yazacaklarım var.
Bakın neler yapabilirdi ya da çoktan yapmalıydı TFF ve MHK?. Yarın..
***
NETFLİX, ASIRLIK DİSNEY'İ SÜPÜRDÜ!..
Los Angeles'tan yazan Safter Yılmaz ağbimizden ilginç notlar devam ediyor..
*
Sevgili Hıncal,
İki kısa not..
1- Netflix dünyanın en değerli stüdyosu oldu.. Hollywood'un son yıllarda kralı olan asırlık Disney'i, yepyeni bu şirket devirdi.. Netflix'in toplam piyasa değeri 306 milyar dolar olurken son haftalarda düşüşe geçen Disney, 285 milyar dolarda kaldı..
Halbuki Disney, Hollywood'da ne kadar değerli yapım şirketi varsa hepsini toplamıştı.. Marvel, Pixar, Star Wars derken, 20th Century Fox'u da alan Disney'in bu üstünlüğünü yıllarca sürdürmesi bekleniyordu..
Ancak Disney ile Netflix arasındaki yarış bitmiş değil.. Aksine Peter Jackson'ın 6 saatlik "The Beatles: Get Back" belgeselini, üyeliği ayda 8 dolar olan "Streaming/İnternet" kanalında yayına sokan Disney, 2024'te 260 milyon üye bekliyor.
2- Annemizin liginde yayın nakil ücretinin ne olduğunu ben bilmiyorum.. Ancak sen biliyorsan şimdi yazdıklarımla bir kıyasla..
NBC Universal, İngiliz Premier Ligi'nin Amerika'da 6 yıllık yayın hakkı için 2 milyar poundluk (2 milyar 640 milyon dolar) bir anlaşma yaptı. Oysa 2015'teki ilk 6 yıllık anlaşma sadece 740 milyon poundluktu.. Yani altı yılda üç misli zam..
Bizim "anneler ligi"nin yayın hakkı her yıl düşerken, Amerika'da "soccer" denen futbol artık evlere girmiş durumda..
Selam ve sevgiler..
Safter
***
METİN DE GİTTİ!..
Benden 5 yaş küçüktü Metin Gören.. Spor yazarlığına da amatör olarak benim yanımda başlamıştı. Fevkalade hevesliydi.. Bir yandan da Ankara mahalli liginde bir takımda oynuyordu. Ona bir görev verdim.. Tek sayfamızda Ankara yerel 2. Lig'ini yazamıyorduk. Ondan rica ettim..
"İçlerindesin, haftada bir, yarım sayfa o ligden analizler, bilgiler, haberler yaz." İlk köşesini getirdi. Harikaydı. Devam ettik.. Büyük de ilgi topladı.
O sıralar Galatasaray'ın başında Baba Gündüz vardı. Bir gün Ankara deplasmanı için kampa geldiklerinde sohbet ediyorduk. Bana "Hıncal, şiddetle gençlere ihtiyacımız var. Adını duyduğun, gördüğün yetenekli bir genç varsa bana söyle. Ben onu takip ettiririm" demişti..
Metin Gören köşesinde her hafta "İkinci Lig'de Haftanın Karması"nı yazıyordu. Dikkatimi çekti. Altı hafta üst üste Metin diye bir çocuk, sol açıkta yer almıştı..
"İşte bunu Baba Gündüz'e haber vermeliyim" dedim..
Metin'i masama çağırdım..
"Bu Metin hakkında bilgi topla, Baba Gündüz'e tavsiye edeceğim" dedim. Servisten kıkırdaşmalar yükseldi. Metin bana hafif utanmayla baktı ve "O benim ağbi" dedi.. Meğer haftanın karmasına hep kendini yazarmış.
Metin, bir daha Metin'i Haftanın Karması'na yazmadı. Futbolculuğu değil, gazeteciliği seçti. Çok iyi de gazeteci oldu.
Spor Yazarları Derneği, bugünkü gibi sadece cenaze kaldıran bir boşluk değil, Türk sporuna yön veren bir sivil toplum kuruluşu iken Ankara Şube Başkanlığı da yapt ı..
Beni gene atlattın bak.. Sıranı bekleyemedin.. Işıklar içinde yat..
***
YAZMAYA DEĞMEZ AMA...
Bir ülkede futbol bu kadar kötü niyetliler tarafından oynanır ve "devlet" bu rezilliği hiçbir önlem almadan izlerken, futbol yazmaya, hem de sayfalarla yazmaya, on para etmez bir maçı on kalemden analiz etmeye değer mi?.
İşte dün hem Fener, hem Galatasaray yenildiler.. Ben gece yatarken, yazılacakları biliyordum.. Fener medyası, teknik direktöre, Galatasaray medyası da hakeme saldıracaktı. Her kayıp puanla maçtan sonra ayni şeyleri durmadan yazmaktan bıkmadılar ama, ben okumaktan bıktım..
Efendim hakem, Sivas'ın golünden önce, Diagne'ye yapılan faulü çalmamış.. VAR da çağırmamış.. Daha ne istiyorsunuz?. İşte yenilgi için istediğiniz, dua ettiğiniz bahane çıktı..
"Bizi hakem yendi. Sivas değil.."
Yahu utanın.. Koskoca Galatasaray, Sivas maçında ilk şutunu 20'nci dakikada atıyor. Hangi Sivas maçında?. İşte açık oynayan, kapanmayan rakip. Fatih'in istediği rakip bu değil mi?.
Şu rakamlara bakın..
İlk yarı, top yüzde 29 Sivas, yüzde 71 Galatasaray..
Yüzde 71 topa sahip olan Galatasaray sadece 5 kere rakip ceza sahasına girmiş ve sadece 2, yazı ile iki şut atmış.. O zaman topa rakibin 2 mislinden fazla sahip olup da ne yapmış?. Hangi futbolu oynamış?. Kendi sahasında Fatih Terim çevirmeleri.. İki stoper ve Muslera üçgeninde dönmedolap taktiği..
Bu utanç futbolunu ne Başkan Burak Elmas görüyor, ne de medyamızın müthiş köşe yazarları..
Sivas hiçbir halt oynamadı. Oynasa beşlerlerdi, 90 dakikada, geri pas gibi, tıngır mıngır olanlar dahil 6 (altı) şut atan (atabilen değil, atan) Galatasaray'ı.
Bu utancı, bu kadar açık, bu kadar net yazan var mı?.
Yarın istatistik koyarlar..
"Fatih'siz 3 puan daha gitti" diye..
Fatih efendileri çünkü.. Onlar serf!.. Başkan dahil, kusura bakmasın!.
***
TEBESSÜM
Yaşlı çift, kendileri gibi yaşlı komşularını yemeğe davet etmişlerdi. Yemekten sonra, kadınlar bulaşıkları halletmek için mutfağa gidince erkekler sohbete başladılar. Ev sahibi, "Dün gece yeni bir restorana gittik. Dekor, yemekler, servis, her şey harikaydı" dedi.
Misafir, "Adı ne?" diye sordu. "Biz de gidelim bari."
Yaşlı adam kafasını kaşıdı..
"Yahu o ünlü çiçek.. Hani en güzeli kırmızı olanıdır. Romantik günlerde yollanır. Ama dikenleri de vardır. Neydi onun adı?."
"Gül" dedi, komşu..
Erkek mutfağa bağırdı..
"Hey Gül!.. Dün gece gittiğimiz restoranın adı neydi?."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
İnsanlığın bütün sorunları, insanın bir odada yalnız ve sakin oturma yeteneksizliğinden kök salar. Blaise Pascal