Şenol Güneş'le hiçbir şey olmayacağını artık en koyu Şenolcular bile kabul edince, hoca nihayet işi bıraktı.
Yeni hoca kim olacaktı peki?.
Ortada, hemen başlayacak ve Türkiye'nin 2022 Dünya Kupası'na gidip gitmeyeceğini belli edecek dört maçlık süre olmasa, yerli hocalarla görüşmeler yapılabilirdi. Çünkü o zaman uzun bir hazırlık süresi ve yeni başlayacak bir maçlar serisi olacaktı. Yani yeni hoca, yeni bir dönem için yeni bir takım kurmak ve hazırlamak için bol vakit bulacaktı.
Ama ortada vakit yok ve çok kritik dört maç vardı.
Ya yıllardan beri bir şey olamayan maceraperestler ya da başka hesaplar içinde olanlar dışında kimse gelmezdi...
Bu yüzden "Yabancı hoca" diyenler arasında başı çekenlerden oldum. Almanya kökenli, eski ve başarılı milli futbolcumuz Hamit Altıntop, Milli Takım Sorumlusu oldu. Alkışladım. Hamit, Almanya'ya hoca aramaya gitti, destekledim.. Futbol sezonu nefes almadan devam eder ve hemen her büyük hoca zaten bir kulüp ve milli takımda çalışırken, boşta bir ünlü hoca bulmak mümkün değildi.
Hamit, Alman U-23 Milli Takımı Hocası Kuntz ile anlaşıp döndüğünde, gene seçimi çok doğru bulanlar arasındaydım.. Tekrar ediyorum. O zemin ve zaman içinde yapılacakların en iyisiydi, bence..
Ama bizim için kalan dört maçın en zoru ve en önemlisi Norveç maçı için sahaya çıkacak ilk 11 ekranda yazıldığında, maçı izlemek için bizim salonda toplananlarda önce bir sessizlik görüldü. Sonra hayret nidaları başladı..
"Bu mu Alman'ın yaptığı?" soruları ortaya atıldı önce.. Sonra biri, "Bu takımı Kuntz değil, Hamit Altıntop yapmış" dedi ve bu deyiş hemen herkes tarafından kabul görürken, sessiz kalanlardan biri konuştu..
"Haklısınız arkadaşlar!.
Ben biliyorum. Bu takımı Hamit yaptı ve Kuntz'un eline verdi.." Maçın hemen başında iki hızlı adamdan Cengiz'in hazırlayıp Kerem'in attığı golle öne geçmemize rağmen, Türkiye özellikle orta sahayı takıma niye çağrıldığı anlaşılmayan Ozan ve Trabzon'a jest diye alınmış gibi duran Berat'la dolduramaz, Hakan Çalhanoğlu da hayatının en kötü oyununu oynarken, Norveçliler'in savunmada kestikleri her top, boş bırakılmış gibi duran orta sahamızı hızla geçiyor ve gol pozisyonu getiren bir kontratağa dönüşüyordu.
Kenardaki Kuntz, faciayı görmüyor ve müdahale etmiyordu. Golü göz göre göre yedik. Beraberlik bizi finallere götürecek ikincilikten düşürüyordu. İkinci yarıda mutlak gol bulmak ve kazanmak zorundaydık, ama Kuntz sahaya gene, sanki her şey yolundaymış gibi, tek değişiklik yapmadan çıktı. Ozan'ın sakatlanıp çıkmasını saymazsak, ilk müdahaleyi de, bitime sadece 20 dakika kala yapabildi.
Hele 84'te, çok şeyler yapan Kerem'i kenara alıp, bugüne dek sahada oynarken dahi varlığı hissedilmediği için adı "Bal yapmaz arı"ya çıkan Kenan'ı, maçı ve final hakkını kurtarsın diye oyuna alması, hepimizi deli etti..
Berbat, rezil, on para etmez bir oyunla maçı 1-1 bitirdik ve İzmir, pazar günü köşeme not koydum..
"Hamit Altıntop ve Kuntz'a bir çift lafımı da perşembe günü edeceğim.." Edecektim de.. Ama arada Letonya maçını oynadık.
Gene kötü, ama bu defa, umudumuzu devam ettirecek golü atmak için hele son 20 dakikada, son yıllarda görmediğim müthiş bir ruh, azim, hırsla oynadık..
Bu 20 dakika bir mucizeydi resmen ve bir mucize golü son saniyede atıp, "Umut" umuzu dirilttik..
Biz kasımda Cebelitarık'ı ve Karadağ'ı yenecektik ki, yenebilirdik.. Hollanda da, Norveç'i yenecekti.
O da yenebilirdi.
Yani umut Kaf Dağı'nın değil, İstanbul'un 7 tepesinden birinin ardındaydı o kadar.
İyimser düşündüm. 10 günlük çalışma ile en kritik maça çıkan Kuntz'a acaba haksızlık mı etmiştim?.
Hâlâ umutları ayakta tuttuğuna göre, kendi takımını daha iyi seçmesi için vakit kazandığı kasım maçlarını beklesem daha doğru olmaz mıydı?.
Hayır!. Sonuç değil beklediğim.. Özellikle, İstanbul'da yenemediğimiz Karadağ önünde sahaya çıkacak 11'i ve oynayacağımız futbolu merak ediyorum, Kuntz'u değerlendirmek için..
***
BURAK, KENDİNE GEL!..
Burak'ı bir golcü olarak ne kadar beğendiğimi, medyamız yerden yere vururken nasıl desteklediğimi okur bilir..
Hele son zamanlarda sosyal medyanın yoluna girerek Milli Takım kaptanına söylemedik laf bırakmayanlar, Letonya maçının son saniyelerinde aldığı penaltıyla, skoru 2-1 yaptık ya, günlerdir Burak destanı yazıyorlar.
Spor değil, skor yazarıyız ya..
Gene de Alman Hoca Kuntz'un o Burak'a 90 dakika nasıl tahammül ettiğini soran biri çıktı galiba skorcu medyamızda..
Burak takımın en kötü, en etkisizlerinden biriydi..
Ama asıl fenası..
Türk Milli Takımı kaptanlığına layık değildi..
Sahaya futbol oynamak değil, sahtekârlıklarını hakeme yutturmak için çıkmıştı sanki.. Gerçek bir hakem, onun bu sahtekârlıklarına 2 sarı kartı on defa çıkarırdı. İsveçli hakem göz yumdu da oyunda kaldı, sadece Kuntz tahammül ettiği için değil..
Penaltı VAR'dan geldi. İsveçli hakem, Burak'ın düşmelerini yutmaması gerektiğine inanmıştı çünkü.
VAR davet etti. İsveçli ile biz de baktık ekrana..
Penaltı penaltıydı. Karar doğruydu. Ama bir şey dikkatli gözlerden kaçmadı. Burak o penaltıyı almak için oynamıştı o pozisyonu. Topu değil, penaltıyı almak için.. Ve bu defa başarmıştı.
Ben bu kadar sahtekârlığa başvuran, topla değil hakemle oynayan birinin Türk gençlerine rol model olmasını hazmedemiyorum.
Burak, Mustafa Kemal'in istediği "sporcu" tarifindeki zekâya ve çevikliğe sahip.. Ama ne yazık ki "ahlaklı" değil. Sportmen değil yani..
O zaman hem de Türk Milli Takım Kaptanı olmaya hakkı var mı?.
Burak kardeşim!. Ya kendine geleceksin.. Ya da birileri seni yola getirecek!.
***
NORVEÇ'TEN DERSLER...
Dünya Kupası finallerine ya Norveç gidecek ya da biz.. Her şey kasımda belli olacak.
Öyle rakibiz Norveç'le. Keşke futbolda yarıştığımız gibi, uygarlıkta da yarışsaydık, bu kuzey ülkesiyle..
8 Ekim'deki Norveç maçımızdan 1 gün önce, yani cuma akşamı, TRT 2'de bir Norveç filmi izledim.. "Bolgen" orijinal adı. Dünya sinemalarında "The Wave" diye oynamış.
Bizdeki adı "Dalga!." Hepsi ayni anlama geliyor, ama bu "Dalga" bildiğiniz dalga değil. Tsunami..
Yani bir felaket filmi. Norveç fiyortlarından birindeki, tehlikeli olduğu için devamlı izlenen bir yarık bir gece aniden büyüyor ve dağın kocaman bir parçası denize düşüp dev bir dalga, tsunami yaratıyor. Alarm veriliyor tam karşıdaki kasabaya. Dev dalga önüne gelen her şeyi tarumar edecek. Kasabalıların hayatta kalmak için 10 dakikaları var. Bu 10 dakika içinde, kasabanın arkasındaki dağda en az 80 metre yukarı kaçmaları şart.. O dağa çıkan da iki şeritli bir daracık yol var. Herkes arabasına atlıyor..
Ve manzara.. Arabalar sağda tek şerit.. Yolun solu, yani geliş şeridi bomboş..
Felaket, ölüm anında bile insanlık, uygarlık..
Ve hakkına razı olma. Uyanıklık yok. Yolu kilitlemek, tıkamak yok. O yolu bir acil yardım aracı kullanabilir. Yayalar kullanabilir.. O sahneleri izlerken, gene bir maç için gittiğimiz Oslo'dan bir anı geldi aklıma..
Işıklar içinde yatsın, Coşkun Ağabey'le (Özarı) şehrin anacaddesinde yürüyoruz. Kaldırımın yoldan yüksekliği en fazla 3, bilemedin 4 parmak..
Ve kenarlar yumuşatılmış. Biri düşerse kafa yarmasın diye.. Bizdeki, arabalar çıkıp, yayanın yoluna park etmesin diye bir karıştan yüksek ve keskin kenarlı kaldırım taşlarını hatırlattım Coşkun Ağabey'e.. "Bir de şunlara bak" dedim..
Coşkun Ağabey gülerek çok büyük bir yaşam dersi verdi bana..
"Bir ülkede kaldırımlar ne kadar alçaksa, uygarlık o kadar yüksektir.."
Şimdi söyleyin bakalım, Norveç'i elemeye hakkımız var mı?.
***
YILLAR SONRA!..
Abdullah Kiğılı, Fener yönetimine girdiğinde ilk iş olarak Feneriumları ele almıştı. Kulübe gelir getirsin diye açılan bu dükkânlar iflas etmek üzereydi. Kiğılı, işi çok iyi bildiği için, kısa zamanda mağazaları pırıl pırıl yaptı. Çeşitleri artırdı.
Hemen her gün bir ilde ya da ilçede açılış yapar hale getirdi..
Sonra bir teklif ortaya attı..
"Bu mağazaların kira, eleman, su, elektrik gibi masrafları çok fazla. Ortak mağaza açalım. Satışta da faydalı olur.
Diyelim Fenerli oğluna forma almak için içeri giren bir baba, Galatasaraylı oğluna da bir şey alıverir.." Destekledim. Döndüğümde yazmıştım.
Singapur'da Manchester United mağazası vardı ve içeride bütün İngiliz takımlarının değil sadece, her ünlü dünya takımının hatıra eşyaları satılıyordu. O yıl UEFA Şampiyonu olan Galatasaray'ın kaşkolleri bile vardı. Sydney Oyunları dönüşünde yazmıştım..
Kiğılı'nın teklifine Fener'den de, Galatasaray'dan da büyük tepkiler geldi. Kıyamet koptu.
Olmadı.
Dün Apo telefon etti ve ne dedi biliyor musunuz?.
"Fenerbahçe ile Galatasaray ortak mağaza için görüşmelere başladılar.." 20 yıl sonra, akıl başa gelmiş..
Ali Koç ve Burak Elmas başkanlar, "Ezeli rakip, ebedi dost" sloganı ile görüşmelere başlamışlar. Başlangıçta ben de şüphe ile baktığımı yazmıştım.
İşte bu gerçek.. Tabii gerçekleşirse..
***
İZMİR!..
Sevgili Yüksel, "Taşlıtarla/ Gaziosmanpaşa" sayfamı çok sevmiş. Beni mahcup eden satırlar yazmış.. "Lütfen biraz daha gez. Daha çok izlenim yaz" demiş..
Valla yaptım Yüksel.. Pandemiden bu yana ilk defa İstanbul il sınırları dışına çıktım.
İzmir'e gittim, en büyük Uluç'un (Öcal Ağbim oluyor) elini öptüm. Gecikmiş bayramlıklarımı da aldım tabii.. Gelenek gelenektir, bizde..
Cumartesi 17.00'den pazartesi 13.00'e dek de İzmir'i yaşadım, dostlarla.. Öyle güzeldi ki her şey, hafta arasına sıkışsın istemedim.
Hafta sonu İzmir izlenimlerim geliyor Yüksel, hazır ol!.
Gör bakalım, o "Çiçekler açan" İzmir dağlarında, şimdi neler neler açılmış!.
***
BRAVO PINAR!..
Pınar Altuğ'u Türkiye Güzeli seçen jüride üyeydim ve oyumu Pınar'a vermiştim.
Dün, sosyal medyanın ve sosyal medyaya yaranmak için gazete, sayfa yapan ve yazı yazanlara karşı nasıl yürekli bir çıkış yapmış o Pınar!.
Oyumu bir kez daha helal ettim.
"Tamer Karadağlı, kadınlara saygılı, zarif bir adamdır" demiş, Günaydın ekimizden Gökhan Gökduman kardeşime.
"Oscar'da bile 45 saniye konuşursunuz.
Biz böyle törenlerde sunuculuk yaparken, ödül konuşması yapanları 'Kısa tutun lütfen' diye uyarırız. O törenler içinizi dökeceğiniz, sohbet edeceğiniz yer değildir" demiş.
Yüzde 100 ayni fikirdeyim. Tamer ödül vermeye gelmiş. Hanımefendi daha ödülünü almadan mikrofona koşmuş, uzattıkça uzatıyor. Tamer ödülü uzatmış..
"Bunu alın, havaya kaldırıp gösterin ve öyle konuşun" demiş, kusurlu olmuş. Linççiler hemen yayılmış. İşte bu ortamda konuşuyor Pınar ve şöyle bitiriyor..
"Asıl Nihal'in o sırada 'Kesmemi mi istiyorsunuz' sözleri yakışık almadı."
***
TEBESSÜM
Afrika'dan dönen doğa uzmanı, izlenimlerini anlatıyordu. Biri sordu..
"Duyduğuma göre elinizde yanan bir meşale taşıyorsanız, Afrika leoparından kurtuluyormuşsunuz.. Doğru mu?."
"Doğrudur ama, bu sizin meşaleyi ne kadar hızlı taşıdığınıza bağlı.."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Medeniyetin emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için kâfidir. Mustafa Kemal Atatürk