ÜNAL ÖZÜAK MİMARİ & KİTAP
Mimar dostumuz Ünal Özüak, Turan Akıncı'nın İstanbul üzerine yazdığı üç kitabı bir haftada bitirince, bize güzel bir hafta sonu yazısı daha çıkardı.. Hani, diziler boyu kitaplarını okumuş ve Tom Hanks başrolde filmlerini izlemiştik ya, "Da Vinci Şifresi / Da Vinci Code" diye, Dan Brown'ın yazdığı.. Ünal da, o üç Akıncı kitabından İstanbul'un Şifreleri'ni çıkarmış adeta.. "Şu bizim İstanbul.. Şu bizim Galata mı?" deyip geçmeyin sakın.. Bence önce Ünal'ı okuyun. Sonra elinizde Akıncı'nın kitapları yollara düşün hafta sonları..
*
Araştırmacı yazar Turan Akıncı'nın geçen hafta bahsettiğim "GALATA/İstanbul'un 700 Yıllık Karakutusu" kitabının önceki adımları olan, gene Remzi Kitabevi'nin çıkardığı "Beyoğlu" ve "Cumhuriyet'te Beyoğlu" kitaplarını da soluksuz okuyunca kendimi halk arasında "Aşk Merdiveni" denilen Kamondo Merdivenleri'nin alt ucunda Harvardlı Profesör Robert Langdonvari İstanbul'un şifrelerini arar halde buldum.
Bu başucu kitapları üçlemesinde öyle dokümantasyon ve yakası açılmadık bilgiler var ki, Dan Brown'a İstanbul'da geçen bol best seller yazdırabilir. Üstadın her romanının geçtiği kentleri çok iyi bilirim. O yüzden iddia ediyorum işte, Agatha Christie'nin soluduğu İstanbul'un gizemi, Akıncı dokümantasyonu eşliğinde başeser yazdırır Brown'a...
Ahmet Haşim'in ünlü şiirindeki gibi basamakları ağır ağır çıkarken, engizisyondan kaçıp Osmanlı'ya sığınan Sefarad Yahudisi Kamondo Ailesi'nin holokostla sonlanan hazin, parayla saadet olmayacağının asırlara yayılmış öyküsü canlanıverdi gözlerimin önünde...
Global Yahudi soykırımı Amerika'nın 1492'de keşfi ile başladı. Bir nevi "Haçsız Yok Etme Seferleri" başlatan İspanyollar bir taraftan Amerika kıtasını, Hindistan'ı keşfettiğini sanarak bulan ve Kızılderililere "İndians / Hintliler" diyen şaşkın Columbus'la sömürgeciliği ve yerli halklar katliamını başlatırken... Öte yandan anakarada, eşzamanlı olarak, Memlükler ve Müslümanları bertaraf edince, onların himayesindeki tüm Yahudileri de sürgüne gönderdiler. Osmanlı'nın ülkesine kabul ettiği zengin Sefarad (İbranice İspanyol demek) Yahudileri Galata'yı kendilerine mesken tutarak, halka borç verip ödeyemeyenleri malını mülkünü haczederek, semti adeta Menkul ve Gayrimenkul Değerler Borsası'na dönüştürdüler.
Tüm sermaye, bankacılık ve tabiri argoyla tefecilik hareketlerini burada yaparken bütün taşınmazların da tapularını topladılar.
Bu ailelerin en kodamanları da Kamondolar idi.
İbranice'ye dili dönmeyen halkın ağzında aile isimleri Kamondo yuvarlana yuvarlana bir yerin ileri gelen, para ya da makam sahibi kimseleri için alay yollu söylenen "Kodamanlar"a dönüştü...
Avusturya Lisesi'nde okuyan torunları eve kestirmeden gelebilsin diye kentin ikon merdivenini yaptıran adama da çok yakıştı bu deyiş.
Galata Bankerleri olarak ünlenen Yahudiler, en iyi bildikleri işi yaparak Osmanlı ticari hayatını ele geçirdiler. Devletler arası kapitülasyonlar filan hikâye.. Osmanlı asıl Sefaradlara borçlandı.
BELEDİYE 6. DAİRE / TÜNEL
ABD'ye milyonlarca dolar borç veren Rothschild Ailesi'nin Osmanlı şubesi olarak anılan banker Kamondo Ailesi'nin önemli ferdi Abraham Salomon de Kamondo, modernleşmenin kent içi yaşamdaki öncülerinden biri oldu.
Modern bankacılığın kurucularından biri olmasının yanı sıra, lamı cimi yok; İstanbul'da ilk yabancı sermayeli modern belediyeyi kurdular.
Tanzimat Dönemi'nin karakterine uygun olarak Batılı şehircilik anlayışı uygulaması ilk defa "6. Daire-i Belediye Nizamatı"yla başladı..
İstanbul, 14 belediye dairesine ayrılmış.
Beyoğlu, ilk uygulama olmasına rağmen buraya 6. Daire denilmiş. Bu adı almasının nedeni, Paris'te "Sixieme Arrondissement" yani "Altıncı Bölge" diye bilinen belediye biriminin kentin en mamur bölgesi olmasıymış.
Galata ve Pera'nın idaresinden sorumlu Altıncı Belediye Dairesi kullanıyormuş ünlü Galata Kulesi'ni iyi mi?
Meğerse 1950'lerde Galata Kulesi'ni ve tramvayları satan efsane dolandırıcı Sülün Osman, para babası kodamanlardan paraları ve malları geri alan Robin Hood'muş...
Şaka bir tarafa, aile kentsel altyapının modernleşmesinde, yeni ve modern eğitim kurumlarının oluşumunda rol almış, önemli şehircilik, mimarlık ve kültür yatırımlarına da öncülük etmiştir.
İstanbul'un 19. yüzyılda Avrupa kentleri ile paylaştığı değerlerin ve kurumların oluşmasında ailenin ve Abraham Salomon de Kamondo'nun bir sosyal girişimci olarak büyük bir payı vardır.
1815'te kurdukları ve Kırım Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'ni finanse eden İshak Kamondo ve Şürekası unvanlı bankanın, Şirket-i Hayriye (Deniz Hatları Vapurculuk AŞ) ve Dersaadet Tramvay Şirketi'ne ortaklıkları, en önemli girişimleri arasındadır.
Kamondo Ailesi, Osmanlı modernleşmesinde iz bırakan sayısız yapı inşa ettirmiştir.
Kasımpaşa'daki Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Galata Residence, Serdar-ı Ekrem Sokak'taki Kamondo Hanı, Meşrutiyet Caddesi'ndeki Büyükada Han, Karaköy'de Saatçi Han, Latif Han, Lacivert Han, Yakut Han, Kuyumcular Han, Lüleci Han, Gül Han ve Bankalar Caddesi'ndeki Kamondo Merdivenleri bunlar arasında sayılabilir ki bütün bunların ayrıntılarına, Turan Akıncı'nın mimari duyarlılıkla hazırlanmış, yüzlerce doküman bulunduran kitaplarında ulaşmanız mümkün.
Kamondo Ailesi'nin Paris'e göç etmesi sonrası, Avrupa'da siyasal ve kültürel kurumların gelişmesinde de rol aldığı görülmektedir.
Kamondoların kültür ve sanata katkıları, ailenin Paris'e yerleşmesinden sonra da devam etmiştir.
Champs Elysees'deki Ulusal Tiyatro'nun kurulması, Louvre Müzesi'ne bağışlanan empresyonist tablo koleksiyonu, 18. yüzyıl sanat eserlerini bir araya getiren, bugün hâlâ hizmet veren Nissim de Camondo Müzesi, bu girişimler arasındadır.
Kamondo'nun İtalyan Birliği'nin kurulmasına verdiği destek ve "Kont" unvanını alması da bunun kanıtıdır.
Bankalar Caddesi'ndeki Kamondo Merdivenleri'ni 1870-1880 yıllarında, Avusturya Lisesi'nde okuyan torunları, Bankalar Caddesi ile Bankerler Caddesi arasındaki uzun yolu kat etmesinler diye yaptıran "Paranın Efendisi"nin gücü gene de ailesinin makûs kaderini değiştirmeye yetmemiş...
Aynen İspanyollar gibi asırlar sonra Naziler de, ari ırk filan bahane, Yahudilerin Avrupa'daki ekonomik hâkimiyetlerini sonlandırarak mal varlıklarına el koyabilmek adına Auschwitz, Birkenau gibi toplama kamplarında soykırımı yaptılar.
Mal varlıklarını Avrupa'da bırakmak zorunda kalan Yahudiler ancak 1948'de Exodus / Toplu Göç sonrası kutsal topraklar olarak nitelendirdikleri coğrafyada İsrail devletini kurarak soylarını kurtarabildiler...
(Turan Akıncı kitapları serisi / REMZİ KİTABEVİ)
***
İYİ Kİ YAPMIŞIM!..
ZEYNEP ÖZYILMAZEL
Zeynep, bu köşede genelde Karaköy'deki penceresinin önünde gelen ilhamlarını yazar.. İlk ama ilk defa ona bir görev verdim..
Metin Akpınar ve Devekuşu Kabare'yi, dahası Zeki- Metin'i anlatan enfes bir belgesel izlemiştim Netflix'te.. Konulu filmden güzel, konulu filmden meraklı.
Zeynep tatilden dönünce ona "Hemen, hatta bu gece izle.. İçinden gelirse de yaz. Ben yazmayıp seni bekleyeceğim" dedim..
Ve beklediğim mail geldi..
*
Canım Hıncal Abi,*
Metin Akpınar filmin sonunda "İyi ki yapmışım!" derken, daha ilk sahneden itibaren bir yandan onun hayatına şahit olurken bir yandan da kendi hayatımı düşündüğümü, sorguladığımı fark ettim.
Evet çok iyi bir film. Çok iyi çekilmiş, çok iyi kurgulanmış, röportajlar, müzikler çok iyi. Harika bir yaşam. Müthiş bir yetenek. En önemlisi yeteneklerinin farkında olan, peşinden giden, tüm zorluklara rağmen vazgeçmeyen, sahip olduğu değerlerin hakkını veren bir sanatçı.
Bütün bunları bir de benim söylememe gerek yok. Ben başka bir tarafındayım işin....
Bir gün benim de filmim çekilse, sonunda "İyi ki yapmışım!" diyebilir miyim? Bugüne kadar neleri iyi ki yaptım?
Bundan sonra "İyi ki!" dedirtecek ne yapabilirim?
Hayatım ne kadar anlamlı?
Metin Akpınar, daha çocukluğundan itibaren kalabalık bir hayatı olan, iletişim kurmayı, farklılıklara uyum sağlamayı öğrenen, sonraki yaşamında da kalabalık bir tiyatro grubunu yöneten biri...
Üstelik de onların tüm hayatlarına hâkim, ilgili, çözümcü...
Bu bana kendi yalnızlığımı ve gittikçe yalnızlaşan yaşamlarımızı düşündürdü. Sanırım kalabalık aile ve mahalle hayatından, yalnızlaştığımız şehir hayatına geçiş kuşağındanım ben.
Bir yanım böyle yaşamayı seviyor, diğer yanım ötekini özlüyor. Bu konu üzerine ayrı bir yazı yazılır...
Tiyatronun, müziğin değer gördüğü, takip edildiği ve tabii kalabalıkların bir arada olabildiği yıllar...
Ne kadar güzel bir şeye tanık olursanız olun, paylaşınca artmıyor mu bu güzellik?
Belli ki bir süre daha hayattaki küçük güzellikleri kendimiz bulup çıkaracağız ve hayattan keyif almanın başka yollarını bulacağız.
Ya da belki benim gibi bazı değişikliklerin zamanının geldiğini düşünüyor, "Bu böyle gitmemeli!" diyorsunuzdur.
Zaten bu ara içimden sürekli şu cümle geçiyor: Bu böyle gitmez...
VHS kasetlerden izlediğim ve bazı repliklerini ezbere bildiğim o eski oyunların (Deliler, Yasaklar...) arşiv görüntülerini izlerken, bir zamanlar ne kadar hoşgörülü olduğumuzu görmek de çok çarpıcıydı. Ve tabii tüm o esprilerin bugün bile geçerliliğini koruması...
Bu bir öngörü mü, yoksa böyle gelmiş böyle de gider nasılsa düşüncesi mi? Gider mi?
Bunları düşünürken, dünyaya biraz daha erken gelmiş olmayı ne kadar istedim bir bilseniz...
Eminim Devekuşu Kabare'nin müdavimi olur, gidebildiğim kadar çok oyuna giderdim.
Önce kendime, sonra her birinize, sizi sorduklarında gözleri parlayarak sizi anlatan dostlar, yeteneklerinizi sonuna kadar kullanabildiğiniz, en önemlisi de kalplere dokunabildiğiniz anlamlı bir yaşam dilerim.
Bu ilham veren belgeseli bana tavsiye ettiğiniz için de çok çok teşekkür ederim. İyi ki yapmışsınız!.
Müzik önerisi: İyi ki Yapmışım (Belgesel Müziği - Murat Evgin)
NOT: Murat Evgin belgesel müziklerinde harika bir iş çıkarmış. Tebrik ederim.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için uyandırmak gerekir." Leo Tolstoy
***
TEBESSÜM
İki baba hindi kümeste dolaşıyordu. Biri, ötekine sordu..
"Yılbaşı gecesinden sonra hayata inanıyor musun?."