Geçen hafta iki mutlu olay yaşadık, sporda ve sanatta.. Atlantik'in iki yanında sanatçı ve sporcularımız çok önemli olaylara imza attılar ve "Türk"ten söz ettirdiler..
Sanatta Gürbüz Doğan Ekşioğlu üstadımız ve gururla söylüyorum dostum.. Dünyanın en büyük ve en saygın dergilerinin başında gelen New Yorker'a hem de 8'inci defa kapak oldu.
Sporda ise Burak Yılmaz, Zeki Çelik ve Yusuf Yazıcı'nın oynadığı Lille, ünlü Paris St. Germain'i geçerek Fransa Şampiyonu oldu. Türk düşmanı Başkan Macron'a inat, Fransızlara, Türkleri alkışlattı.
Gazetelerimiz, Burak, Zeki ve Yusuf'un "Yılın 11"inde olmayışını eleştirdiler. Bence haksızlar. Orada bu tür seçimler, şampiyon takıma göre otomatik yapılmaz.
Mesela şampiyonun teknik direktörü, otomatik "Yılın Teknik Direktörü", şampiyon ille de "Yılın Takımı" seçilmez(!).. Gerçek sportif ölçümler esas alınır. Burak, Yusuf ve Zeki, yakından izleyenler iyi bilirler, sezon boyunca takımın değişmez oyuncuları olamadılar. Nasıl "Yılın 11'i"ne girerler?.
Fransa Ligi'nin her maçını kim izledi Türkiye'de de, böyle bir peşin hüküm veriliyor?.
Benim yürekten alkışım, Atlantik'in öte yakasındaki Gürbüz Doğan Ekşioğlu üstada..
Onu köşemde birkaç defa yazdım, açtığı sergiler dolayısıyla.. Hepsine gidince de tanıştık, dost olduk, ne mutlu bana.. Ne gururluyum bilemezsiniz. Üstadı en iyi anlatan yazım da, beş sene evvel, 1 Mart 2016'da çıktı.. O yazıyı bir kere daha sunmak isterim, Hoca'yı ancak 8'inci New Yorker kapağı sayesinde tanıyabilenlere..
*
Köşemdeki resme iyi bakın önce.. Uçsuz bucaksız bir deniz.. Denizin üzerinde bir tahterevalli.. Dünyanın her yerinde çocuk parklarının en popüler oyuncağıdır. Bu denizin üzerinde bir tahterevalli var işte.. İki ucunda iki kafes.. İki kafeste iki kuş.. Biri kafesin içinde..
Öteki dışında..
Dışındaki özgür.. O uçsuz bucaksız denizin, belki de okyanusun ötesine uçabilir.. Martı Jonathan gibi..
Hani herkesin ama herkesin, özellikle gençlerin mutlak okumasını tavsiye ettiğim "Martı" adlı kitabın kahramanı, sürüden ayrılıp tek başına özgürlüğe uçan kuş..
Ama o dışardaki kuş, tahterevalliyi dengede tutuyor..
Havalandığı anda, tahtanın öbür tarafı ağır basacak..
O taraftaki kafes denizin dibini bulacak.. İçindeki kuşla..
Kafesin üzerindeki kuş, öbür kuşa nasıl bakıyor.. Siz de bakın!..
Uçabilir mi o kuş özgürlüğe.. Uçsun mu?.
Siz olsanız!..
............
Genç adamın hayali ressam olmak.. Güzel Sanatlar Akademisi'ne girmek baş hedefi.. Sonra Tatbiki Güzel Sanatlar'a giriyor.. Uzun hikâye.. Ama yaptıkları resim değil.. "Karikatürist" diyorlar ona.. Çizimleri öyle çünkü.. Bakanı güldürüyor da..
Ama o "Ben grafikçiyim" diyor..
Çizimlerinin amacı düşündürmek..
Çiziyor.. Çiziyor.. Sonra duyuyor, öğreniyor ki, bu işin ustaları Amerika'da.. İşin para ettiği yer de orası..
"Şu ustaları bir tanıyayım" diye punduna getirip kendisini bir haftalık ziyaret için Amerika'ya atıyor..
Orda bir arkadaşı var.. Zamanın en ünlü grafik sanatçısı ile randevu alıyor.. New York Times ile randevu alıyor.. New Yorker ile randevu alıyor.. Konuyla ilgili menecerlerle randevu alıyor..
Hepsi bayılıyorlar, genç adamın yanında getirdiği çalışmalara.. "Sen buraya yerleş, paraya para demezsin" diyorlar.. "Çok kazanırsın" diyorlar..
"Yerleşemem" diyor, genç adam.. "Benim ülkeme dönmem lazım.."
.............
O genç sanatçının adı Gürbüz Doğan Ekşioğlu.. Resme bakın şimdi.. Kafesin üzerinde duran kuş, Gürbüz Doğan..
Kafesin içindeki kuş ise, ağabeyi.. Hasta..
Muntazam aralıklarla tedavi görmesi gerek. Ona bakacak başka hiç kimsesi de yok..
Kafesin üzerindeki kuş uçarsa, ağabey kuş, denizin dibini boylayacak yani..
Okyanusun öte yanında özgürlük, servet, şöhret, her şey var.. Ama hadi uç uçabilirsen!. (O ağabey artık yaşamıyor, onu da ekleyeyim. Ve çok mağrur olarak şunu da ekleyeyim.. Bu muhteşem tablo şimdi benim evimde. O kuşlar gelenleri karşılıyorlar.)
.............
Amerika'nın en ünlü "Aydın/ Entelektüel" dergisi, meşhur kere meşhur The New Yorker'a, İstanbul'dan gönderdiği çalışmalarla 7, Forbes'a bir kez kapak olmuş.. The New York Times, Atlantic Monthly gibi uluslararası yayınlarda çalışmaları yer almış.
Çeşitli ulusal ve uluslararası yarışmalarda 71 ödül kazanmış, Amerika'da 9, ülkesinde 16 sergi açmış bir sanatçıdan, hocadan söz ediyoruz..
Hoca ya!..
Marmara Üniversitesi Tatbiki Güzel Sanatlar'da, gençleri yetiştiriyor bir yandan.. Ama çalışmalarını da kısa aralıklarla sürdürüyor. "Kısa aralık" dediği sergiler..
O zaman günü okulda ve sergide geçtiği için, üretmeye zamanı kalmıyor.. Bu yüzden, İTÜ'de açtığı sergiye "Virgül" adını koymuş.. Kısa bir nefes alma arası..
Bu arada İTÜ'yü de (İstanbul Teknik Üniversitesi tabii) kutlarım. 2014'te, Rektörlük binasında, şimdi içinde bu serginin yer aldığı sanat galerisini açmışlar..
Geniş, rahat, aydınlık..
İçerde Hoca'nın 50 kadar çalışması var.. Bakıp geçerseniz on dakika sürer, ama ben bir saati geçtim.
O da yetmedi aslında.. Çünkü her çalışma insana "Önümde dur, bak, düşün" diyor..
Mizah var.. Hüzün var.. Felsefe var.. Dünyalar var.. Kuantum fiziği var, inanın..
İTÜ'de açılması öyle isabet ki?. Geleceğin her tasarımcısının, her bilim adamının mutlak görmesi, tekrar tekrar görmesi gereken bir sergi bu..
***
MUSTAFA ÖZ'ÜN MİRASI...
2009.. Başta Azmi Hamzaoğlu, Florence Nightingale'in o zamanki harika tıp ekibi, hepsi işinde bulunmaz hocaları sayesinde dünyaya yeniden doğduğum yıldır o.. Bir de hastane yönetim kurulundan yaşlı bir profesör doktor vardı, ışıklar içinde yatsın..
O hiçbir şeyimle meşgul olmadığı halde hemen her gün uğrar, sandalyesini başucuma çeker ve benimle uzun uzun konuşurdu. Benim pek halim olmadığı için o anlatırdı ben dinlerdim çoğu zaman.. Öyle meraklı şeyler bulurdu ki, gelmesini dört gözle beklerdim.
En çok, en hevesle, en coşku ve gururla anlattığı da Amerika'da baba mesleği tıp okuyan ve orada yerleşip kalan oğluydu.
Randevu almak için uğraşmak gerekiyordu.
Öyle ünlüydü. Televizyonda programa başlamıştı, reyting rekorları kırıyordu..
Anladınız.. Dr. Mehmet Öz..
Bana oğlunu gururla anlatan da baba Prof. Dr. Mustafa Öz. Ne tatlı adamdı..
Mehmet, Amerika'da babası adına bir vakıf kurdu.
Mustafa Öz Vakfı..
En büyük gururu oğlu Mehmet olan Mustafa Hocam da bir vasiyet hazırladı.
Tüm varlığını adını taşıyan ve Dr. Mehmet Öz'ün yönettiği vakfa bıraktı.
Sonrasını biliyorsunuz..
Oğul Mehmet ile kız Nazlım mahkemelik oldular.
Nazlım, vasiyet gereği vakfa bırakılan pahalı bir yalıyı kendi adına kiralamakla itham edildi.
Kardeşlerin mahkemelik olmalarına üzüldüm tabii. Ama ben Nazlım'ın adını bu dava dolayısıyla ilk defa duydum.
Mustafa Hoca, hep hayranı olduğu aile gururu Mehmet'i anlatırdı çünkü.
Vasiyetinde her şeyi kendi adını taşıyan vakfa bırakması doğaldı. Bu vakıf Mustafa Hoca'nın ölümsüzlüğü demekti çünkü..
Ben bu yüzden, Dr. Mehmet Öz'ün haklı olduğunu düşünüyorum ama, her şeye "Adalet" karar verecek!.
***
BİRÇOK MERAKLI KİTAP!..
Yığınla kitap geliyor bana.. Okuyacak vaktim pek yok.. "Nasıl yok!. Hem de Kovid yüzünden kapanmışken" demeyin..
Sabahları yazılarımı yazıyorum gene..
Öğleden sonra, bisiklet.. Tur mevsimi başladı, en kötüsü, en şişirmesi, en ilkesizi bizimki olarak..
Şimdi 3 büyüklerin ilki.. Giro.. (İtalyanca tur demek.) Yani İtalya Bisiklet Turu..
Yarıştan çok insana hemen İtalya'ya gitme arzusu veren şahane manzaraları izliyorum..
Öyle etaplar ve yollar seçmişler.. Öğlen birde başlıyor, akşam 6'da bitiyor..
Gazete okumaya ancak vakit.. 8'e doğru yemek.. Gelen dergi ve kitaplara göz atmak ve TRT 2 gerçekten harika filmler oynatıyor, 9'da.. Onları seyir de şart..
Hadi kitabı koyun devreye..
Bu yüzden, aslını bildiğim, tanıdığım kitapları yazabiliyorum size ancak..
Bugün bir tane daha..
Kitap, zaten çoğunu Hürriyet Gazetesi'nde keyifle okuduğum yazılar ve merakla baktığım fotoğraflardan oluşan "Hey Gidi Yıllar!." Yazarı Zeynep Bilgehan..
Bilgehanlar bizim aile sayılır. Ankara Ataç Sokak'ta yıllarca komşuyduk, Cihat Bilgehan ve ailesiyle.. Kızları Mehpare, Serpil'in yakın arkadaşıydı. Bizden çıkmazdı dercesine.. Mehlika ve Mustafa daha küçüktüler..
Demirel'in bakanı Cihat Bey'in oğlu Mustafa, gitti, Pembe Köşk'e, yani İsmet Paşalara damat oldu iyi mi?.
Bugün böyle bir şey düşünebiliyor musunuz?.
..Ve Zeynep, o hoşgörü zamanı sayesinde dünyaya geldi ve harika eğitim görmesine rağmen, bizim mesleği seçti iyi mi?.
Sonunda Hürriyet'te en keyifle okuduğum yazıları yazmaya başladı..
"Hey Gidi Yıllar.." Bir ünlünün doğumdan başlayarak fotoğraflarla hikâyesi ve röportajı.. Kalem harika.. Resimler hem de ne ilginç..
İşte bu harika sayfaların unutulmasını istememiş Zeynep ve kitap yapmış..
Hürriyet Kitap'tan çıkmış.. 350 sayfa.. Ama günde bir ünlüyü okuyun derim ki, tadını tam çıkarın.. Her evde olmalı..
***
ARAF'TA 18 GÜN!..
Pazar günü gazetemde, korona üzerine yazılmış en çarpıcı yazıyı okudum. Kaleme alan, hep ama hep yazmaya teşvik ettiğim editörüm, gazetenin Yazı Müdürlerinden Haluk Fikret Eser.. Böyle bir kalem, yönetimde ziyan ediliyor resmen..
Fikret, koronayı yaşamış.. İçinden anlatıyor yani..
Önce grip oldum sanmış. Korona da bir tür grip değil mi?. Ona aldanmış..
Sonra nefes alamaz olunca, telefon etmiş, ambulans gelmiş.
Hastane.. Ailesinin bile haberi yok.
Nerde olduğunu, adını vererek bulabilmişler..
"Araf" dediği hastane günleri.. Bir yanda "umut", yani cennet kapısı.. Bir yanda yaşadığı işkenceler ve umudun yıkıldığı anlar.. Yani cehennem yolu.. Tam da Araf değil mi burası..
Düşünün bunun içinde yoğun bakım yok. Entübe olmak hiç yok..
Ağırların göreceli en hafifini geçirmiş Fikret.. Okuyun, Sabah'ın internet sitesinde bulun okuyun, daha iyi.. (https://www.sabah.com.tr/gundem/ 2021/05/23/sabah-yazi-islerimuduru- fikret-eserin-korona-gunlugu- arafta-18-gun) Orda gazetedeki yere göre kesilip biçilmemiş, kısaltılmamış esas yazı var.. Herkes okusun.. Özellikle de "Ben aşı olmam" diyen ukala ve şımarıklar okusun da farkı görsün..
82 yaşındaki, yüksek tansiyon ve şeker hastası, kalınbağırsağı metrelerce kısa, midesi, karaciğeri sakat, bir böbreği eksik, safrakesesi taş kesilmiş, yani 1'inci derece riskli kurban Hıncal, Kovid'i farkında olmadan geçirdi. Pozitif olduğunu tesadüfen yaptırdığı bir testle öğrendi. Neden?. Çünkü iki aşısını da (Sinovac) yaptırmıştı.
Kovid'le oyun olmaz dostlar.. Fikret'in yazısının mesajını alacaksınız..
"Aşınızı hemen yaptırın.."
***
TEBESSÜM
Cumartesi günü, Tebessüm köşesinde sosyal medyadan bir tweet yayınlamıştım.
"Fenerbahçeli insanla evlenin arkadaşlar. 29 sene Türkiye Kupası'nı kazanmayı, 20 sene Aziz Yıldırım'ın gitmesini beklediler. 7 senedir 4. yıldızı, 13 senedir de Şampiyonlar Ligi'ni bekliyorlar ve hiç Fenerbahçe'yi bırakmadılar.
Sizi de, ne olursa olsun bırakmazlar!."
Hafta başında Yasemin'den bir mesaj geldi.
"Cumartesi fıkrası gerçekkk!. Bugün 24 Mayıs, evlilik yıldönümümüz. 30 bitiyoooo.. İkimiz, hem de babadan Fenerliyiz..
Hâlâ ümidimiz varrr!.."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Eğitim, gerçeklerin öğretilmesi değil, düşünmek için aklın eğitilmesidir." Albert Einstein