"Hıncal Ağbim; zaman çok hızlı geçiyor diye düşünürdüm hep.. Oysa bir de baktım ki bizim Kıbrıs'ımız da hem pandemi hem siyaset hem de gelişmeler öyle hızla değişmeye başlamış ki, size ne zaman Kıbrıs notlarını yazsam ertesi güne yazılanlarla ilgili gündem hep değişti..
Tıpkı 2003'te Amasra'da çekilen Kadir İnanır ile Türkan Şoray'ın başrollerini oynadığı 'Gönderilmemiş Mektuplar' filmindeki gibi... Birden aklıma bu film geldi.. Ben de size yazdım, göndermedim... Yazdım, yollayamadım. Ama bu sefer başaracağım galiba" diyordu, Kıbrıslı dostumuz, bu köşenin başladığı günden beri, gönüllü Kıbrıs muhabiri Ertan Birinci.. Gerçekten de çoktandır sesi sedası çıkmıyordu. Oysa aldığım yarım yamalak haberlerden anladığım kadarıyla, Ada'da çok şeyler oluyordu.
Mektubu"nu bir nefeste okudum.. Çeşitli konularda kısa kısa notlar yazmış.. Yavru Vatan'a siz de şöyle bir göz atmak istersiniz diye düşünüyorum..
Buyrun o zaman.. Kalem Ertan Birinci'de..
*
Önce sağlık diyelim... Pandemi, KKTC'yi ekonomik olarak hayli zora soktu... Özellikle çarşılar bomboş.
Esnaf perişan.
Ama iki önemli sektör, turizm ve eğitimde olumlu gelişmeler var...
Az da olsa öğrenciler gelmeye başladı. Turizmde ise yeni yeni açılımlar başlıyor.
Önce "Kapalı devre turizm" adı altında anlaşmalı 4-5 büyük otele turistler 3 günlüğüne gelmeye başladılar...
Sadece otelde kalacaklar.. O otele ne yerli halk girebilecek ne de oteldekiler dışarı çıkabilecek..
Gelen turistlere bileklik takılıyor ve o şekilde kontrolleri de sağlanıyor... Diğer oteller ise ya kapalı ya da pandemi nedeni ile Sağlık Bakanlığı ile koordineli çalışarak temaslı veya pozitif olan hastaları barındırıyorlar.
Bir de Ada'ya gelenler için garantina oteli olarak hizmet veriyor.. (Karantina, Kıbrıs aksanında garantina olmuş, fark ettiniz herhalde.. HU.) Yeni uygulamalardan birisi de "EVDE GARANTİNA!." Başka sağlık sorunları olan vatandaşlar ile 70 yaş üstü olanlar ve 12 yaş altı çocuk sahibi olan aileler de ellerine bileklik takılarak kontrole alınıyor ve 10-14 günlük garantina sürelerini evde geçiriyorlar.
Bulaş..
Günde 7-8 bin arası test sonrasında ortalama 50 kişi pozitif çıkıyor. Allah'tan ağır hasta hayli az.. Çoğu garantina otellerinde tedavi ediliyor.
Türkiye'mizin katkılarıyla yapılan pandemi hastanesi de sırtımızı dayadığımız önemli bir sigorta oldu..
..Ve tabii ki doktorlarımız.. Sağlık çalışanlarımızın hakları asla ödenmez.. Daha önce de size yazmıştım, Sağlık Bakanı'mız değişmişti. Dr. Ali Pilli görevini Dr.
Ünal Üstel'e devretti.. O da hem ekibiyle canla başla çalışıyor hem de Sağlık Üst Kurulu ile uyum içinde açılımları gerçekleştiriyor..
Dünyanın umudunu bağladığı "aşı" ise yine Türkiye'mizin sayesinde ülkemize ulaşıyor. 20 Nisan'a değin 140 bin doz aşı Türkiye'den geldi ve halkımız da rahat bir nefes aldı.
Avrupa Birliği (AB) ise Rum kesimi üzerinden hakkımız olanın çok altında 20 bin doz aşı yolladı ve epey eleştiri aldı.
Bakan Üstel aşılanmada 11 Mayıs'a kadar 50 yaş üstünü bitirmeyi hedeflediklerini söyledi.
İnşallah aşı işi hızlanır ve yeni normali başlatırlar..
Kıbrıs'ta neler oluyor, merak edenlere...
TRT de yayınlanan "Bir Zamanlar Kıbrıs" adlı dizi film, özellikle Kıbrıs Türkü'nün iki büyük lideri Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş'ı silik, korkak ve gerçekle alakası olmayan durumlarda gösterdiği için başta aileleri olmak üzere çok eleştiri aldı ve pek çoklarını "Bu diziyi kaldırın" noktasına getirdi.. Gerçekten de koskoca Rauf Dektaş'ı, dizide terörist Sampson'un kovalaması ve arkasından da "Rauf!.. Rauf!.." diye çağırması, izleyen Kıbrıslı Türkleri tabir yerindeyse çileden çıkardı.. Dizi kalkmazsa bile düzelir umuduyla bekleniyor...
Kıbrıs'ta neler oluyor, merak edenlere...
Siyasette ise Cenevre'de resmi olmayan 5+1 buluşmasında AB de gözlemci oldu.
Türk tarafı "Federasyonu artık konuşmayacağını" BM'ye resmen iletti..
"Biz hep 'Evet' dedik. Rumlar hep 'Hayır' diye diye kazandı. O nedenle artık bizi oyalamayın" yönünde konuşan Türk tarafı, iki eşit egemen devlet ve işbirliği önerdi.
Rum-Yunan ikilisi bunu reddederken BM Genel Sekreteri de "Ortak zemin yok" diyerek toplantıyı noktaladı. Ancak "Kıbrıslılar için savaşmaya devam edeceğim. Tekrar deneyeceğim" dedi.
27-29 Nisan'da yapılan bu görüşmeler öncesinde ise Türk ve Rum tarafında "Federasyon" isteyen taraflar yürüyüş düzenlediler.
Bu arada Kıbrıs'ta iktidar-muhalefet krizleri, genel seçimin yapılması zamanı tartışmaları, eski cumhurbaşkanının yeni Cumhurbaşkanı ile görüş farklılıklarından doğan birbirlerine yönelik eleştirilerine Türkiye'den de birtakım ağır sözlerle tepki konması, KKTC'deki siyasiler ve bazı parti başkanları tarafından eleştirildi...
Şimdi gözler baharı müjdeleyen ayın gelmesiyle, en büyük umut turizmde..
Bakalım mayıs ayında neler olacak...
Ama ne olursa olsun en önemlisi..
Sağlık!.
Sevgiler ve saygılar..
Ertan Birinci.
***
BİR KOMİK SPOR MEDYASI Kİ...
Geçen hafta boyu, Ali Koç'un "Kural ihlali, Alanya maçı tekrar edilmeli" çağrılarını manşetlerinden indirmeyen medyaya dün sabah merakla baktım. Gençlerbirliği- Galatasaray maçında, VAR tarihinde benzeri olmayan bir uygulama yapılmış ve Galatasaray'ın bir golü iptal edilmişti. Ve hiçbir gazetede bu bir daha yazıyorum "benzersiz" uygulamayla ilgili eleştiri yoktu.
Oysa manşet olacak haberdi.
Babel'in pası ile Emre Akbaba, harika bir gol attı. Hakem Halis Özkahya golü verdi, ama santrayı yaptırmadı. VAR'ı dinlediğini işaret etti. Dinledi. Konuştu uzun uzun ve sonunda, eleri ve kolları ile "El" işareti yaparak golü iptal etti.
VAR hakemi Abdülkadir Bitigen, Özkahya'ya "Babel'in eline çarptı" demiş ve golü "VAR" iptal etmişti.
VAR, hakemin verdiği bir kararı sadece ve sadece "ofsayt" durumunda, doğrudan iptal etme yetkisine sahiptir. Çünkü "ofsayt" çizgisi tekniği VAR'dadır. Bakarlar, çizerler ve açıklarlar.
Diğer tüm pozisyonlarında tek yetkileri hakemi "Gel incele" diye davet etmektir.
Hakem verdiği karardan eminse, bu davete uymak zorunda bile değildir. Dünya Kupası'nda Cüneyt Çakır uymadı mesela.
Gitmedi VAR'a..
Ama Bitigen, Halis Özkahya'yı davet etmedi. Kendi inceledi, kendi karar verdi ve sahadaki hakeme, kendi kararını tebliğ etti..
"Elle oynama!. Gol iptal!." Özkahya da gidip inceleyeceğine, bu emre uydu. "Elle oynama" işareti yaptı ve golü iptal etti.
Sabah ilk işim, gazetemde Erman Hoca'nın ve Ahmet Çakar'ın sütunlarına bakmak oldu. Olayla ilgili tek satır yoktu..
Sonra gazeteler geldi. Milliyet ve Hürriyet'e baktım.. Ali Koç özel gazetelerine yani. Onlarda da satır yoktu.
Şimdi soruyorum.. Bu çok önemli bir gol iptali olsaydı..
Mesela Galatasaray'ı Avrupa'dan düşüren ya da Gençlerbirliği'ni küme düşmekten kurtaran bir iptal olsaydı, bugün ülkede durum ne olacaktı?.
Gene soruyorum, başta Erman ve Ahmet hocalara..
Top ayni şekilde Babel'in değil, savunma adamının koluna çarpsaydı, VAR hakemi davet etmeden "penaltı" kararını aynen böyle resen verebilecek miydi?. Verse ne olacaktı?. Yeri yerinden oynatmayacak mıydınız?.
Baktım, Galatasaray tarafında da konuyu ele alan yok.
Çünkü orda da, VAR'ı, uygulamayı bilen yok..
Türkiye'de futbol işte böyle, rastgele oynanıyor, rastgele yazılıyor.
Şimdi bu maçın gözlemci ve temsilci raporlarını merak ediyorum, bir.. Serdar Tatlı başkanlığındaki Merkez Hakem Kurulu, Halis Özkahya ve Abdülkadir Bitigen hakkında ne karar alacak, iki..
Ben Türk spor basını hakkında kararımı çoktan verdim zaten..
*
Bu arada.. Özellikle ikinci yarıda Galatasaray bu yılın en iyi futbollarından birini oynadı. Bu haftaki derbide favori olduğunu gösterecek kadar iyilerdi. Bizim medya, şut ve isabetli şut rekoru kırılmasına rağmen, burun kıvırdı.
Beşiktaş, dikkat!.
***
ZEYNEP'TEN MEKTUP...
Saat 11 kahvesi..
Sevgili dost, bu köşenin keyifli yazarı Zeynep Özyılmazel'den çoktandır ses çıkmıyordu.
Özletti kendisini resmen.. Ve nihayet.. İşte bir yıldır, karantinayı önünde geçirdiği o pencere önünde kendi çektiği resmi ile yazı geldi.
*
Bugün biraz tatsız uyandım... Malum... Ama her gün gibi bugün de öyle böyle yaşanacak, kaçış yok... O yüzden oyalanmadan kalktım, yüzümü yıkadım. Birkaç yoga hareketi yaptım. Enerjim yerine gelir gibi oldu. Baktım karnım aç. "Bugün önce kahvaltı, sonra yürüyüş olsun" dedim.
Oldu da... Ama o arada elektrikler kesildi. Ekmeği ucu ucuna kızartmıştım da, kahve yetişmedi. Neyse, dert etmedim. Karnımı doyurdum. Telefonu uyurken şarja takmakla ne kadar akıllılık ettiğimi düşündüm.
Telefonumdan haberlere, köşe yazarlarına falan bakarken canım tekrar sıkıldı. Baktım olmayacak, yürüyüşe çıkmaya karar verdim.
Bulaşık makinesi dolu olduğu için her şeyi olduğu gibi bıraktım -ki bu benim için ayrı bir sıkıntı kaynağıdır- ve arkama bakmadan evi terk ettim.
2 gün daha yürüyüş yapabileceğim şunun şurasında. Bir Haliç'i göreyim dedim. Gördüm.
İyiymiş. Selamları var. Yüzümdeki maskeye aldırmadan derin derin nefesler alarak motive olmaya çalışırken, hızlı hızlı yürüyen ve de hızlı hızlı nefesini dışarı veren ve de bütün bunları maskesiz yapan bir adam koca yolda neredeyse omuzuma çarpacak kadar yakınımdan geçti. Geçmekle kalmadı, geri dönüp adres sormaya kalktı. O an, gün içinde kontrolü kaybetmeye en çok yaklaştığım andı.
Daha sonra, en son sesimin ne zaman bu kadar yüksek perdeden çıktığını düşündüm, düşündüm...
Bulamadım...
Ama hayır, bahar gelmişti, hava güzeldi, sağlıklıydım falan filan...
O noktada yere tükürenleri, yolun hangi tarafından yürümesi gerektiğini bilmeyenleri, maskesiz mesafesiz takılanları falan görmezden gelip markete gitmeye karar verdim.
İçeri girerken kollarımı sıvadıktan ve ikinci maskemi taktıktan sonra çileklerle göz göze geldim.
Bence tatlı çıkmalarını hak etmiştim. Şu anda bu yazıyı yazarken çilekleri bir motivasyon aracı olarak kullanmama gülüyorum.
Ey hayat, sen nelere kadirsin!
Sonrası, aldıklarımı dolaba yerleştirirken şükretmek, işlerimden en azından birinin iptal edilmemiş olmasına sevinmek, elektriklerin söylenen saatte gelmemesine ve ocağımın bile elektrikli olmasına söylenmek, bu yüzden hâlâ kahve içemediğim için hafif baş ağrısı çekmek, canım ülkemin geldiği duruma, bir sanatçı olarak yok hükmünde olmaya, bir vatandaş olarak yapayalnız bırakılmaya isyan etmek ve daha kötü durumda olanları düşündükçe kendimi dert ettiğim için vicdan azabı çekmekle geçti.
Ama dur elektrikler geldi. Bi kahve yapayım, hiçbir şeyciğim kalmaz.
Not: Çilekler tatlı çıktı!
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"İnsanın gerçek zenginliği, yaptığı iyiliklerdir. Sizin en hayırlınız, hanımlarına en iyi davrananlarınızdır." Hz. Muhammed
***
TEBESSÜM
- Kadınlar ile Google'ın ortak yanı nedir?.
- İkisi de başladığınız cümleyi bitirmenizi beklemeden size teklifler sunarlar..
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz