"Müzik ruhun gıdasıdır" demiş eskiler.. Sadece bizde değil, her yerde demişler.. Benzeri sözler pek çok ülke dilinde var.. Bu lafın ne kadar doğru olduğunu en iyi bilenlerdenim.. Hem de müziğe en zor ulaşılan çocukluk günlerimden başlayarak..
Bandırma'da bir radyomuz vardı, parazitli İstanbul'u alırdı. Bir de Ankara radyosu vardı zaten.. Hele o soğuk kış günlerinde, ağbimle Çocuk Saatini nasıl beklerdik..
"Haydi haydi
Radyo başına
Her cumartesi günü
Geçiyoruz başına
Radyo Çocuk Kulübü!."
Ama asıl akşamları, hele kış akşamları, şarkı, türkü programları oldu mu, nasıl toplanırdık odun sobamızın ve radyonun başına ailecek..
Müzik ailemizin ruhu olurdu. Hani ilk sosyoloji dersinde öğretirler ya, hocalarımız, "Aile en küçük sosyal topluluktur" diye..
Ayni türküyü, şarkıyı beraber ayni keyifle dinlemek, ayni zevki alarak beraber mırıldanmak yarattı Uluç ailesinin ruhunu..
Yazları köye giderdik.. Köyde elektrik yok. Radyo da yok tabii.. Babam elle kurulan bir gramofon almıştı. Taş plak çalan.. Bol da plağımız vardı. Bizim Çerkez köylerinde kaçgöç yok.. Akşamları köy gençleri bizim geniş bahçede toplanırdı. Plak dinlerdik gece boyu.. Kurmak benim görevimdi.. Çavuşköy ruhunu da o geceler yarattı işte..
Kilis'te, Antakya'da ve Ankara'da Pazar sabahlarını iple çekerdik. Ankara ve İstanbul radyoları harika eğlence programları yaparlardı. Tüm ailenin buluştuğu, üzerinde her ama her şeyin olduğu (Annem ve babam, ucu ucuna yetişen maaşa rağmen o sofrayı nasıl kurabilirlerdi hâlâ aklım almaz ya) kahvaltı sofrasında saatler geçerdi, o müzikli, eğlenceli programı dinleyerek, yer içerken..
Sonra Televizyon başladı.. Bu defa cumartesi geceleri Ankara Televizyonunca hazırlanan harika eğlence programları, sadece ailenin değil, komşuların da birleştiği, Telesafir sözünü icat ettiren sosyal olaya dönüştü. Aile ruhundan toplum ruhuna dönüştü müzik..
Benim hayatımda "Vazgeçilmez" olması bundandır.
Vermeyince mabud, neylesin Mahmut.. Köyde kaval, okulda flütle, mandolin ve mızıka ile denedim çalabilmeyi. Akordiyonu bile denedim. Olmadı. Beceremedim. Hiçbir şey çalamadım. Söylemeye kalktım, o da olmadı. Okul korosuna bile giremedim. O zaman dinleyici oldum işte.. Sonra.. Sonra aklınız durur, bu ülkenin ilk, en eski ve en ünlü çok sesli gurubu Modern Folk Üçlüsü'nün meneceri oldum.. Bir turne için Samsun'a gidiyoruz. Ankara'dan yola çıktık, türküler başladı.. Ben de dördüncü ses eşlik ediyorum.. Meydan boş ya.. 50 kilometre gittik, Ahmet biletimi kesti..
"Yahu boss (Bana öyle derlerdi, resmi olarak. Patron yani) ne olur sen söyleme. Hepimiz detone oluyor, sesimizi kaybediyoruz. Bu gece konserimiz var, acı bize.." Anladınız değil mi?. O zaman kesin dinleyici oldum işte..
Yıllar yıllar geçti.. Hep dinledim. Her boş zamanımda dinledim.. Sabahtan öğlene çalışırım. Yalnız ve sessiz. Telefonum bile sessizdedir. Ama ötesinde hep müzik vardır evde.. Yemekte.. Okurken.. Müzikte seçimim "İyi" olmasıdır. İster Türk, ister Batı, klasikleri de severim. Itri'yi de, Brahms'ı da.. Alaturkayı da severim, yerli, yabancı popu da.. Cazı da severim, arabeski de hatta.. İyi olsun, hoş olsun yeter.. Benim "Hoş"um tabii. "Renkler ve zevkler tartışılmaz" demiş eskiler. Müzik zevkimi kimselerle tartışmam. Kimsenin zevkine de karışmam pek..
Yıllar yıllar önce Neil Simon'ın oyunu "Müziksiz Evin Konukları"nda Macide Tanır'ı, muhteşem Macide'yi izlemiştim. Müziksiz bir evde büyükanneleriyle büyüyen iki çocuğun öyküsüydü. Macide Hanım'ın akıllara seza oyunculuğu kadar, müzikli evde büyüyen dört çocuktan biri oluşum mu etkilemişti bilemem. Hep hatırlarım..
Tüm bunları niye yazdım..
11 yıldan beri, hele okuma saatlerimde evde hep açık olan bir kanal var.. DigiTurk 104.. Yani TRT Müzik.. Divana uzanır, baş ucuma gazete ve dergilerimi koyar, iki, iki buçuk saat okurum. O sırada TRT Müzik çalar. Yemek saatlerinde TRT Müzik çalar.. Akşam TV'de maç falan, veya izlenecek bir program varsa, onun saatine kadar TRT Müzik açıktır.
Yani TRT Müzik 11 yıldır yoldaşım benim.. Bu kadar çok izleyince, çok da eleştirim olacak tabii.. Ama önce bu 11 yıl için Teşekkür..
Uyarılar, istekler ve eleştiriler, yarın!.
***
Özdemir Erdoğan ve bülbülün çektiği..
Cumhurbaşkanlığı 2020 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, Özdemir Erdoğan'a verildi.. Tamı tamına 60 yıldır sahnelerde olan, sesi, sazı ve besteleriyle musikimize çok şeyler katan bu ustaya verilen ödülü sadece ve sadece "Geç bile kaldı" diye eleştirebilirim..
Özdemir'i yıllar yıllar evvel, Modern Folk'la beraber, İzmir Fuarı'nda çalarken, Mogambo yıllarından tanırım.. Her gece nasıl bitmez bir zevkle dinlerdim, palmiyelerin altında..
Çalmadığı müzik türü yoktu.. Her dilden.. Her telden. Caz da söylerdi, türkü de..
Bestelediği, düzenlediği, katkıda bulunduğu şarkılar, kuşakların ezberi oldu.
Sezen'le yaptığı İkinci Bahar'ı üç kuşak ezber biliyor.. Sezen bestesi, sözlerini Sezen'le birlikte yazdığımız "Küçük Bir Aşk Masalı"nın üzerinde adımın Sezen ve Özdemir'le birlikte yazması, en büyük hayat ödüllerimden biridir.
Çıktı mı saatlerce söyler, saatlerce de dinlerler insanlar Özdemir'i..
Ama niye 40 yılda bir söyler oldu?. Niye o harika sanatçı, hatta eline aldığı tek gitarla yüzlerce insanı saatlerce mest edecek adam bu kadar az görünüyor ortada?.
Pazar Sabah'ta Göksan Göktaş kardeşim, Özdemir'le bir söyleşi yapmış..
"1930'lardan beri değerlerini hor gören bir ülke var" demiş, Özdemir..
Bu söz doğru ise Özdemir, o "Ülkesinin değerlerini hor görenler listesi"nin en başına "Özdemir Erdoğan" yazmak gerekir..
"Bülbülün çektiği dili belası" demiş eskiler.. Sen de ne çektiysen dilinden çektin. Sahneye çıkmışsın. Millet seni dinlemeye, eşlik etmeye hazır, bekliyor..
İki bela huyun var. Onların istediklerini çalmayı zül sayar, kimsenin bilmediği, sevmediği şarkıları söylersin. Sanki orası konser değil, konservatuvar. Millete müzik sanatı dersi vereceksin. Onları terbiye edeceksin.
"Ben İstanbul Caz Festivali'nde bir kere sahne aldım" diyorsun.. O sene yaz aylarında Uniq'te harika bir konser vermiştin. Anlata anlata bitiremedim yazımda ve "Bu Özdemir, Caz Festivalinde mutlak çalmalı" dedim.. Davet ettiler seni. Çıktın sahneye.. Bir felaket repertuar bu defa.. Millet yarısında kaçmaya başladı.
İkinci bela huyun.. O işte, sana haksızlık yapıldığını sanıp, senin dışında kim varsa herkesi çok acı eleştirmen.. Sahneye gelince o acı dilin bir açılıyor, kapanmak bilmiyor.. TİM'de Durul Gence için bir gece düzenlemiştik. Bütün geliri Durul'un tedavisine harcanacaktı. Hemen tüm sanatçılar beş kuruş almadan geldiler. Sen de koştun.. Onlarca sanatçı vardı..
"Kim olursa olsun 2 şarkı.. Bis yok" dedim herkese.. Yoksa sabaha dek sürer konser. Durul dayanamaz."
Sahneyi yönetenlere de tembih ettim.. "Özdemir'e dikkat. Sakın eline mikrofon vermeyin. Başlar acılı arabesk konuşmalara, gecenin tadını kaçırır, aman ha.."
Ama senin mikrofonu ele geçirmene ve 45 dakika herkesi ve her şeyi acılamana engel olamadılar.. Hasta hasta davulun başına geçen Durul da, o tabure üzerinde seni beklerken yere yıkılacaktı nerdeyse..
Ertuğrul haklı Özdemir.. Özkök.. Gençlere çok saldırdın. Onlar niye popüler de, senin gibi bir deha kenarda diye..
Adı üzerinde pop, Özdemir.. Popüler yani. Onlar popüler. Sahneye çıkıyor ve istenen, bekleneni söylüyor. Senin ne söyleyeceğin, ne kadar söyleyip, ne kadar konuşacağın belli değil..
Popüleri çalıp söylesen, bugün Boğaz'da yalın, garajında Cadillac+'ların olurdu, oysa şimdi sadece acı dilin var..
Seni insan olarak da, sanatçı sıfatınla da çok sevdim, saydım. Bu yüzden ödülünü alkışlıyor ve kutluyorum.. Ama sahnedeki Özdemir'e bir daha zor giderim..
Çok zor, Özdemir!. Çok zor!.
***
..Ve de Gürol Öngör!.
(Geçen hafta kaybettiklerimizi cumartesi köşemde anmaya karar vermiştim. Bu da sevdiklerimden üçüncüsüydü. Yer kalmamış. Girmedi, bugüne kaldı..)
Geçen hafta kaybettiğim çok sevdiklerimden biri de Gürol Öngör'dü. Milli basketbolcu Birol'un kardeşi, ünlü bankacı Akın'ın ağbisi..
Ankara Yenişehir'de iki sokak ara ile otururduk. Ben bizim Sağlık Sokak'a bir basket potası yapıp takmıştım. Öngör kardeşler de Adakale Sokak'a..
Mahalle maçı derdik o zaman.. Sık sık ya bizim yokuş ama asfalt sokakta, ya da onların düz ama toprak arsalarında tek pota oynardık.
Yani, o zamanlar yollar ne kadar uygundu spora, ne kadar arsa vardı mahalle aralarında anlayın.. Anlayın o yıllarda neden pıtırak gibi sporcu yetişirdi de, şimdi her kulüp yabancı dolu..
İlker Esel'i bilirsiniz herhalde.. Milli takım kaptanı, oyun kurucu.. Ya Erdal Poyrazoğlu.. O da milli takım kaptan pivotu.. Bu ikisi Adakale Sokak'tan yetiştiler.. Sokaklar, arsalar bize yetmezdi. Hava iyi olduğunda 19 Mayıs etrafındaki dış sahalardan birinde, yan yana on kadar basket sahası vardı, Ankara gençlerine açık.. Oraya giderdik, Sağlık/ Adakale, beşe beş çift pota için..
Hey gidi günler.. Başın sağ olsun Birol.. Başın sağ olsun Akın.. Başınız sağ olsun hayatta kalan Sağlıkçılar ve Adakaleciler!.
***
Şimdilik tebrik!.
1984 yılından bu yana, Rusya'yı ilk defa yendik.. Bu güzel.. Sırbistan Macaristan'dan puan alınca da, gurup lideri olup Avrupa Uluslar Ligi'nde bir yukarı kümeye çıkma şansımız doğdu bir. Çarşamba Macaristan'ı da yenersek iş tamam..
İkincisi.. Dün gazetede okudum, bu galibiyetle kazandığımız Ulusal Puan, bize 2022 Dünya Kupası elemelerine 2. Torbadan girme hakkını kazandırmış ki bu, finale gitmek için büyük şans..
O zaman her şeyi bir kenara bırakıp, ulusça bu sevinci bir yaşayalım hele..
Yarın akşam, kritik Macaristan maçı var. Onu da geçelim, konuşacak çok zamanımız olacak, söyleyeceğimiz çok şey için..
Haydi başarılar Türkiyem!.
***
Sevdiğim Laflar
"Acı çekmek, siz onun gereksizliğini fark edene kadar gereklidir." Eckhart Tolle
***
Tebessüm
Kadın petshoptan aldığı yavru maymunla evine giderken bir arkadaşına rastlamış. "Bu ne" demiş, arkadaşı..
"Çocuğumuz olmuyor, ben de bu maymunu aldım. Kocam, ben üçümüz birlikte yaşayacağız.. Bizimle sofraya oturacak, bizimle oynayacak, dolaşacak, hatta bizimle ayni yatakta yatacak" diye anlatınca kadın, arkadaşı "Ya ağız kokusu" diye sormuş..
"Alışır" demiş, kadın.. "Ben nasıl alıştıysam!