Çok yakın arkadaşımdı. Uzun zamandır haberleşmemiştik. Geçen hafta aradı..
"Hıncal biliyor musun, biz ailecek coronaya yakalandık.. Merak etme, şimdi hepimiz iyiyiz.."
Telefon elimde donakaldım. Genç bir aile onlar.. Kendisi, eşi ve küçük çocukları..
"Nasıl oldu bu" dedim.. Anlattı..
Eşi bir arkadaşını arabasına almış, yolda görüp.. İkisinde de maske yok.. Birkaç gün sonra rahatsızlanmış. Hemen test..
Corona.. Tabii, karısı ve çocuğuna da test.. Onlar da pozitif..
Nerden kapmışlar bilir misiniz?.
Hani eşi, arkadaşını arabasına almıştı, ikisinde de maske yoktu ya.. Meğer o arkadaşının kardeşinde corona varmış. Henüz hastalanmadığı için, haberi yok.. Virüsü kardeşine vermiş. Onun hiçbir şeyden haberi yok. Maskesiz geziyor. Bizimkine aktarmış.
Önce tedbirsiz arkadaşın kardeşi hastalanmış. Ardından bizimkiler.. Üçü de..
Zinciri görebiliyor musunuz?.
Hayat zor değil mi?. Zorluk, bu corona denen virüsün belirsiz oluşu..
Birine geliyor, yataklara, yoğun bakıma düşürüyor, hatta öldürüyor. Birine geliyor.. Adam haberi bile olmadan ayakta geçiriyor.. Onda bir şey olmuyor, ama maske kullanmazsa, temas ettiklerine bulaştırıyor..
Corona kimini öldürüyor, kimini hafif, kimi ağır hasta ediyor, kimi hatta farkında bile olmadan geçiriyor?. Bilen var mı?. Niye biri mezara giderken, öbürü yolunda yürüyor, habersiz, bilim farkı açıklıyor mu?.
İşte işin püf noktası bu..
Corona, belirsiz bir virüs.. Bugün ne olduğu belli değil. Yarın ne olacağı da belli değil..
O zaman, korunmanın çaresi, sosyal mesafeye, her zaman dikkat etmek. Maske takmak sizi korumaz.
Unutmayın. Sizin temas ettiğiniz kişide maske olmalı.. Olmalı ki, o maske, aksırıp tıksırdığında, hatta yüksek sesle konuştuğu, bağırdığında ağzından fırlayan tükürük damlacıkları, ağız ve burnunuza değmesin.
İçinde virüs taşıyan o damlacık maskenizin üzerine düşerse, tekrar ediyorum o maske sizi korumaz. Çünkü virüsü içeri geçirir. Sadece N/95 denen ve ameliyatlarda bir defa kullanılıp atılan maskeler korur. Onlara ulaşmanız ve devamlı kullanmanız zor. Çok pahalı bir. Zaten parayı bastırsanız da bulamazsınız. Öyle milyonlarla üretim yok dünyada çünkü.
"Peki madem korumuyor, o zaman neden maske takıyorum" diyorsunuz haklı olarak?.
Çünkü maske, hasta olanın virüs yaymasını önler, o kadar..
Peki sizde corona virüsü olmadığından emin misiniz?.
İşte arkadaşımın arkadaşının kardeşinde virüs vardı ama henüz belirtileri ortaya çıkmamıştı. Ağbisine geçirdi.
Ondan arkadaşımın eşine, ordan evine..
Tersi de olabilirdi. Arkadaşımın eşinde, farkında olmadığı virüs olabilirdi. O arkadaşına, arkadaşı da küçük kardeşine..
O zaman, hangi yönde akacağı belli olmayan bu zinciri kırmanın en kolay yolu, ikisinin de maske takması.. Hangisinde virüs varsa, maske ötekine bulaştırmasını önler.
Tekrar ediyorum. Corona taşıyan ve haberi olmayandaki maske, onun yaymasını önler.
Yanınızdakinin tükürük damlacığı sizin maskenizin üzerine düşerse, maskeniz sizi korumaz.
Virüs maskeden içeri sızar, ağız, ya da burnunuza süzülür ve hasta olursunuz.
Kafanız mı karıştı. O zaman bir daha okuyun bu yazıyı..
Bir daha okuyun ve son günlerde, hasta, ağır hasta ve ölüm sayısının niye arttığını da birazcık anlayın.
O zaman göreceksiniz ki, artışta sizin de suçunuz var!.
Hepimizin suçu var.
Corona'yı biz bireyler yavaşlatacağız.. Devletin tavsiyelerine uyarak yavaşlatacağız. Başka yolu yok!.
Sosyal mesafe 1.. Maske 2.. Sık sık sabunla el yıkamak 3!.
Ve de.. Ne kadar az sokağa çıkarsak o kadar iyi, bugünlerde..
***
Süper Lig!. Corona ve adalet!..
Süper Lig bu hafta başlıyor.. İnşallah!..
Neden inşallah?. Çünkü corona denen belirsiz bir virüsün salgını var.
Dünden bugüne, bugünden yarına durum değişiyor. Kararlar da değişiyor.
Federasyon başlama kararı aldığında, elindeki verilere göre, dördüncü haftadan itibaren, yüzde 30 oranında seyirci alınacağını açıklamıştı. Salgın düşüşten, hızlı bir yükselişe geçince, ilk yarının seyircisiz oynanacağı bildirildi. Ama yarın bu karar da değişebilir. Öyle bir iniş belirir ki, izin çıkabilir, öyle bir gelişme olur ki, ikinci yarı da seyircisiz başlayabilir.
Peki o zaman, hem maddi, hem de puansal adalet nasıl sağlanır?.
Diyelim bir maç A takımı sahasında, seyircisiz.
Rövanşı B takımı sahasında seyircili.
B Takımı hem bilet satışı hem de seyirci avantajına sahip olacak?. Bunun adı adalet olur mu?.
Nihat Özdemir federasyonu karar gücünden yoksun olduğunu gösterdi. Spor Bakanı ne derse, "İttifakla" diye onu açıklıyor. Böyle bir dönemde böyle bir federasyon talihsizliğine uğramak çifte yıkım futbol için..
Bu yüzden, gerçek karar makamı, "Şu kararları alın" mesajını federasyona veren Spor Bakanı olarak görülüyor.
O zaman, Süper Lig, şimdiden, yani başlamadan önce ilan edilerek şu sistemle başlamalı..
"1- Corona virüsün nasıl bir gelişme göstereceği belirsiz olduğundan, prensip olarak bütün maçlar seyircisiz oynanacaktır.
2- Eğer bir maçın seyircili oynanması imkanı olursa, tribünler iki takım arasında eşit pay edilecek, o maç için belirlenen seyirci sayısının yarısı kadar bilet ev sahibi A takmımına, öbür yarısı da konuk B takımına verilecektir. Her takım kendi sattığı biletlerin parasını alacak, o kadar seyircisini maça sokacaktır." Bu benim aklıma gelen sistem..
Başka çözümler de olabilir.
Cuma gecesi başlama düdüğü çalmadan, Federasyon belirsiz coronaya göre nelerin yapılacağını açıklamazsa, sezon başladıktan sonra verilecek kararlar 2020- 21 liginin mahkemelere düşmesine sebep olur.
Biline..
***
Olmuyor Şenol Hocam olmuyor?..
Sırbistan maçında ara ara Milli Takım Hocamız Şenol Güneş'i gösterdi, kameralar.. Kenardaki perişan, umutsuz, darmadağın halini yorumlamak için ruh doktoru olmaya gerek yok.
Binlerce kilometre uzakta, benim "Hocam perişan" dememin önemi yok. Ama sahada büyük sıkıntı ile koşan milli futbolcu, kenara baktığında "Bu adamı görürse" ne olur, bunu Şenol Hocam güvendiği bir ruh bilimciye kendi sorsun ve cevabını da kendine saklasın ama gerekeni yapsın!.
Şenol Güneş, Türkiye'de kaybettiği Macar maçından 10 kişiyi kenarda bırakan bir yepyeni 11'le çıktı sahaya..
Tamam Avrupa Milletler Kupası, aslında bir hazırlık turnuvası. UEFA, bir sene ertelenen Euro 2020 hazırlık maçlarının biraz daha ciddi oynanması için bu kupayı kurdu.
Ne için kurarsa kursun.. Sahaya çıkan ayyıldız..
Sahaya çıkan Milli Takım ve oynanan Milli Maç..
Şenol Hocanın her bir maçı "Milli maç" olarak düşünmesi gerek. Çünkü bu ülke sahada Ayyıldızını görünce coşar..
Peki ne yaptı Şenol Hoca...
Milli maç oynadığını falan boş verdi.. İki maç arasında 10 oyunculuk bir fark yaparak sahaya çıktı. Sanırsınız, Riva tesislerinde çift kale idmanı yapıyor ve herkesi, her yerde deniyor..
Hayır.. Öyle bile değil.. Beşiktaş'ın başında iken, elinde ayni anda biri Galatasaray, biri Fener'le oynayacak güçte 22 adam varken, ilk devrenin sonuna dek, hemen her maçta durmadan adam değiştirdi. Karar verip bir ilk 11 kuramadı.
O zaman sonuçlar berbat oldu. O zaman kendi seyircisi, kendi hocasını yuhaladı.
Şimdi bu Milli Kupada da Şenol Hoca, gene ilk 11 kurmada büyük kararsızlık içinde.. Bana sorarsanız, bu kupa bitecek, ama Şenol Güneş, hala ideal kadrosu iskeleteni seçememiş olacak!.
10 futbolcusu değişik, Macar ve Sırp maçlarının ortak yanları vardı..
İki maçta da Şenol Hoca, sahaya yenmek değil, yenilmemek için çıkmıştı. Seçtiği 11 ve taktiksel oyunlarının tümü gol yememe üzerine kurulmuştu.
Rakip ilk yarı sonunda 10 kişi kalmış ve ikinci yarıya bir eksik çıkmışken bile, devre arasında takımı hücuma döndürecek bireysel ve taktiksel değişiklikleri yapamadı.
Sahanın ortasına yığılan, iki taraflı kanat akını yapmayı hiç düşünmeyen, tam Fatih Terim kafasıyla, yengeç futbolu ile tek kanattan atak yapan ve sahip olduğu topun yüzde 80'ini yana ve geriye oynayan bir takım, rakip 10 değil, 8 kişi kalsa ne yazar?
Şenol Güneş, kupanın eylül maçlarında kelimenin tam anlamıyla sınıfta kaldı.
Ekim maçlarına dek kendine gelir mi?.
Sanmıyorum.. Ama.. Diliyorum!.
***
İki hoş röportaj!..
Magazin iyi yazılırsa, keyifle okunuyor. Bu hafta sonu iki güzel röportaj okudum. Biri bizde.. Tuba Kaçlık kardeşim, müziğini çok sevdiğim Aşkın Nur Yengi ile yapmış.
Sorular hoş olunca, yanıtlar da ilginç oluyor. Mesele en sevdiğim Sezen şarkılarından Yalnızlığın Senfonisi, Aşkın'ın hayatındaki "Keşke"lerden biriymiş. Şarkı ilk ona gelmiş ama olmayınca Sertab'a gitmiş..
"Keşke ben okusaydım" diyor hala, Aşkın..
Sanat dünyası, başta Hollywood öyle "Keşke"lerle doludur ki, ciltler dolusu kitap olur.
Nilgün Belgün'ü insan olarak da, komedyen olarak da çok severim.
Hürriyet'te son zamanlarda dikkatimi çeken bir imza var. Zeynep Bilgehan..
Çok iyi işler çıkarıyor.
Cihat Bilgehan ile ayni apartmanda otururduk Ankara'da.. Cihat Bey, Adalet Partisi Bakanı.. Babam MHP'nin Genel Sekreteri.. Buna rağmen, çocukları nerdeyse bizim evden çıkmazlardı. Kızları Serpil'le kanka.. Ben de tek oğlunun Hıncal ağbisiyim.
O oğlan büyüdü işte ve gitti, İsmet Paşa'nın torunu Gülsüm'le evlenip, Özden/ Metin Toker'in damadı oldu, bakar mısınız?.
Serpil'e sordum. Bu Zeynep Bilgehan onların kızıymış meğer!.
Nilgün de çok şeker şeyler anlatmış Zeynep'e..
Sahneye ilk çıktığı yıllar.. Deve Kuşu Kabare'de oynuyor. Zeki/ Metin ve arkadaşları ortalığı gülmekten kırıp geçiriyor. Perde arasında Zeki, "En önde bir suratsız herif var. Bir kere bile gülmedi" diyor. Nilgün kızarıyor..
Çünkü o suratsız babası..
Kızının avukat ya da doktor olmasını isteyen babası, Nilgün konservatuar sınavını kazanınca, öfkeyle evi terk etmiş. Üç gün dönmemiş meğer..
Çok güzel resimler de almış, Zeynep, Nilgün'ün albümünden..
***
Tebessüm
Kadın öfkeyle mahallenin elektrik tamiratçısına daldı..
"Dün sizi acil aradım. 'Kapımın zili bozuldu, koşun' diye.. 'Hemen' dediniz ama gelmediniz."
"Gelmez olur muyum, hanımefendi" dedi, tamirci.. "Anında geldim. Zili de tam üç defa çaldım ama açmadınız!.."
Sevdiğim Laflar
"Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur."
Yunus Emre