Perşembe günü bizim gazetenin ikinci sayfasında minnacık bir resimle minnacık bir haberdi. Ama anlamı o kadar büyük, o kadar güzeldi ki, okurken mutlu olmakla kalmadım.
Sayfaya koyanları da kutladım, köşemde..
İzmir-Çeşme Otobanı üzerine planlanan üç "Ekolojik Köprü", yani bizim dilimizle "Yaban Üst Geçidi"nin ilkinin açıldığı haberiydi bu.
Yeni Asır henüz elime geçmediği için onlar nasıl verdiler bilmiyorum. Ama beklemeden, ben bir daha, daha geniş yazı ve tablo gibi bir resimle sunmaya karar verdim. Güzellikleri, güzel şeyleri, en güzel vermek, asıl güzel gazeteciliktir, çünkü..
İzmir-Çeşme Otobanı, Çeşme Yarımadası'nın ortasından geçiyor ve Yaban Hayatı'nı ikiye bölüyordu.
Yarım adanın bir tarafında yaşayan domuz, çakal, tavşan, tilki gibi yabani hayvanlar öbür tarafa geçemiyor, geçmeye kalkarlarsa, ezilip telef oluyorlardı. Otoyolda koşan hayvanlar, insanlar için de mal ve can tehlikesiydi ayni zamanda..
Hayvanlara, yüzyıllardır yaşadıkları yarımadada özgürlüklerini geri vermek ve kazalarda telef olmalarını önlemek için üç Ekolojik Köprü, yani "Yaban Üst Geçidi" planlandı.
Kaza istatistikleri ve bölgedeki araştırmalarla, hayvanların karşıya en yoğun geçtikleri üç bölge belirlendi.
Zeytinler Kavşağı, Karaburun ve Seferihisar.
Karayolları Genel Müdürlüğü'nün geçen hafta bitirdiği ilk kavşak, Zeytinler'deki.
Geçit şu anda yaban hayvanlarının geçişine ve tarıma hazır toprakla kaplı.. Girişi ve üzeri, yarımadanın bitki örtüsü kızılçam, zeytinağaçları ve makilerle kaplanacak ve görüntü işte sayfamda gördüğünüz "Monet Bahçesi" gibi olacak. Yaban hayvanı kendi yaşam ortamından çıkmadan öbür tarafa geçecek yani.
Güzelliğe bakar mısınız?.
Bu güzelliği size tam aktarmak istedim.. O yüzden koyduğum resim, deyim yerinde ise fotoşoplandı biraz.
Şu anda ekime hazır toprak üst geçidin yeşillendikten sonra nasıl olacağını görüyorsunuz, sayfamda..
İlk fırsatta gidecek ve o Yaban Köprüsü'nden geçeceğim..
***
Dost acı söyler!..
Başta gazetem, mesleğim ve meslektaşlarımla ilgili eleştirilerim, bu köşeden yazarak, telefonla arayarak, ya da mesaj atarak devam ediyor.
Özay Şendir kardeşim, (Milliyet) her yazısını okuduğum ve bu yüzden en çok eleştirdiklerimden.
Gene kısa ve sert bir mesaj atmıştım.
Bu mesaj üzerine, köşesine bir yazı yazdı ki Özay, herkes okumalı.. Buyurun o zaman.. Harikasın Özay!.
*
Shakespeare ve dostluk üzerine...*
Teşekkürler, Özay!.
***
Hafta sonu için iki önerim var!..
Dilerim aksine bir gelişme olmaz da, İstanbullular hafta sonunda dışarı çıkarlar.. Çıkmaya, etrafı, çevreyi ve insanları görmeye nasıl hasret kaldığımı, evde fevkalade keyifle oturur, çalışır, çok da güzel vakit geçirirken değil, bir yere gittiğim zaman hissediyorum.
Sevgili Erol Kaynar kardeşimin salomanjesi zaten evimin salonu gibi.
Onun dışında üç yere gittim. Benim için üçü de yeni.. Üçü de ilk..
Birincisi Ahmet Hakan kardeşimin davet ettiği Nişantaşı Cabbar Ocakbaşı'ydı. Anlattım. Mekan da, lezzet de, sohbetimiz de harikaydı.
İkincisine gene bir Sevgili Dost, Dilara sebep oldu. Dilara Gönder.
NTV'nin yıldızıydı bence, hem spiker, hem sunucu, hem röportajcı olarak.
Kıymetini bilemediler. Evlendi. Bir de bebek olunca, gözlerden kayboldu.
Tesadüfen rastlaştık. Beni evlerine davet ettiler.. Kocası Selim de harika bir insan. Sushico zincirinin başındaymış meğer..
Çin yemeklerine bayılırım. Bizim Fırat da bayılır.. Nehir Erdoğan'ın abisi.. Ara sıra eve sipariş yapardık.
"Hadi bir Çin yapalım" şifremiz, kodumuzdu.
Meğer, hazırı ile, yerinde yemek arasında dağlar kadar fark varmış.
Biz, Nişantaşı Sushico'ya gittik.
Hünkar'ın bir üst katı, çok hoş bir mekan..
Sonra Çin Böreğinden başlayarak tadımlık gibi yiyecekler gelmeye başladı..
Çin, Tayland ve Japon mutfağından seçmeler.. Nasıl hoş hepsi..
Finalde Mochi diye bir özel tatlı geldi.
Dünyada Çin Lokantası'na gitmediğim yer kalmadı nerdeyse.. Bu Mochi'yi ilk defa duydum, ilk defa yedim ve neler kaybetmişim.
Yani bu sırf meyveli ve dondurmalı Mochi dilimlerini yemek için dahi giderim.
Bu arada, mekanın ambiyansı da bin!.
*
İkincisi Jain.. Fransızca Jen okunur.
İngilizce Jeyn!. Ama siz Fransızca okuyun. Çünkü burası tam Paris..
Ama turistik Şanzelize Paris'i değil. Hani Saint Germaine'in ara sokaklarında, bir metrelik kaldırım üzerine atılmış minik masa ve hasır koltuklu sokak kafeleri var ya..
Gerçek Paris!.
Aynen o.. Arnavutköy'ün o ünlü sahil balıkçılarının olduğu denize paralel ara sokakta, minnacık bir kafe bistro.. Daracık kaldırımda minik masalarıyla nasıl sıcak, nasıl özlediğim görüntü. Meğer bizim Nehir'in (Erdoğan tabii. Benim Adım Melek) kankası Sevil'le eşi Mustafa açmışlar.
Mustafa tanıdık bana.. Kocaeli'nin ünlü Belediye Başkanı Sefa Sirmen'in oğlu..
Sevil'le Mustafa ilk gün beni resmen kazıkladılar. Ben hani abur cubur, meze, atıştırmalık görünce dayanamam ya.. Bir lezzet, bir lezzet atıştırıyorum durmadan..
Seçtiğim ana yemek Buffalo Kanatları geldiğinde, mide tıklım.
Sadece iki tane alabildim, sekiz taneden.
Gerisini Nehir götürdü..
Bir daha gittim tabii acele..
Çünkü ben böylesi bir Buffalo sosunu Amerika'dan beri tatmadım. Bir de peynirli dip hazırlamışlar..
Nehir'in annesi Şükran Hocam da vardı, bu defa.. Mustafa'ya "Abur cubur koydurma masaya.
Sadece Buffalo yiyeceğim" dedim.. Ve sekizini de yedikten sonra, elle yediğim için hepsi buffalo soslu parmaklarımı da saydım.. On tanesi de yerinde duruyordu, şükür.
Ertekin'den sonra, Ortaköy'ü kapamıştım. Şimdi Arnavutköylüyüm artık..
Boş kaldıkça Jain'de..
***
Tebessüm
Yıllar sonra buluşmuşlardı. Temel'in evine gittiler. Dursun duvarda asılı gümüş madalyayı sordu.
"Hani çocukken yaylaya izci kampına gitmiştim ya ben. Orda türkü söylediğim için verdiler.."
"Ya bu altın madalya" dedi Dursun.
"O da sustuğum için.."
Sevdiğim Laflar
Bir trajedinin içinde bile bir yıldız yetişebiliyor. Hayatınızda ne olup bittiğinin bir önemi yok, hepsinin üstesinden gelebilirsiniz. Hayat yaşamaya değer." Kenau Reeves