Bu cumartesi size bir "Keyif Yazısı" yazmaya karar verdim. Karantina günleri için bire bir 3 kitap tavsiyesi..
Üçünün de ortak özelliği var.. En başından başlayıp sonuna dek okuma zorunda değilsiniz..
İçlerinden rastgele birini seçip, rastgele bir sayfasını açabilir ve karşınıza çıkanı okuyabilirsiniz. Keyifle.. Merakla.. "Vay canına.." diyerek.
Ya da kişisel merakınıza göre birini seçip, "İçindekiler" sayfasında sizi okumaya tahrik eden bir başlığın sayfasına gidebilirsiniz, doğrudan.
Üç kitap da, lafı asla uzatmayan, hızla ve merakla okunan ama okuyanı da bayağı düşündüren anılardan oluşuyor..
Biri, polis adliye üzerine.. Yani gazetelerde birinci sayfalık anılar.. İkincisi magazin.. Gazetenin içine girdik şimdi.. Ama ne magazin, çoğunu ilk defa duyuyorsunuz.. Üçüncüsü spor.. Geldik mi arka kapağa.. Orda da öyle müthiş öyle keyifli şeyler var ki..
Bu üç kitabı alın, salonda masaya, ya da yatak odasında baş ucunuza koyun ve canınız sıkıldığında işte "Hazır ilaç!." Doyasıya kullanın. Yan etkisi yok.. Öylesi..
Bu girizgah yeterli mi?.
O zaman anlatmaya başlayayım..
*
1- Adliye Koridorları / Düşünce Gül.. Adliye Koridorları'na düşünce insanın aklına gelen son şeydir gülmek değil mi?.*
2. Galata Sarayı Efendileri.. Bir başka dostum, meslektaşım Halil Özer'in anıları bunlar.. Adından belli.*
3. Kovadaki Balıklar.. Bu da ikibinli yılların başında ilk defa basılmış, ama o zaman kim bilir kimlerin baskısıyla yazdırılmamış, konuşulmamış, unutturulmuş bir olağanüstü kitabın, derlenmiş, toparlanmış son baskısı..
Fahrettin Aslan'ın oğlu, aslında uzun yıllar "Maksim Krallığı"nı perde arkasından fiilen yönetmiş Sacit Aslan, müthiş bilgi, müthiş kültür, müthiş mizah ve müthiş kalem Necef Uğurlu ile oturmuş.. Günlerce konuşmuşlar.
Sonra bu konuşmaları çözmüş. Edit etmiş, derlemiş, toparlamış Necef..
"Neymiş" diye şöyle bir açtım kitabı.
Bıraktığımda iki saat geçmişti. Hani bir sigarayı eskisi ile yakan ve gün boyu devam eden tiryakiler vardır. Bu kitap da öyle.. Başladınız mı, birinin elinizden çekip alması lazım..
Kitap, Sacit Aslan'ın doğumuyla başlıyor..
Necef, hangi yılları anlatıyorsa Sacit, o günlerin dünyasını, Türkiye'sini ve İstanbul'u anlatıyor..
Fahrettin Aslan'ın kurduğı İmparatorluğun sırlarını o günlerin içindeki dünya, Türkiye ve İstanbul'la birlikte değerlendirmek bir başka tat veriyor, okuyana..
Sacit nasıl içten ve nasıl hiç kimse ve hiçbir şeyden çekinmeden, neler neler anlatmış, aklınız durur..
O iki saat içinde kaç defa "Vay anasını!.
Vay canına" dedim, bilemezsiniz.. Ki ben, Modern Folk Üçlüsü'nün meneceri olarak yıllarca o ortamda, o kulislerde yaşadım. Güya içerden bilirim, pek çok şeyi..
Daha önsözü okurken çarpılıyor insan..
O yılların romanlarında ve filmlerinde "İnce hastalık" diye geçerdi verem ve veremli kız mutlak ölürdü sonunda..
Bir hastanede tanışıyorlar, veremli delikanlı ile genç kız. Ve bu tanışmadan doğuyor Sacit Aslan..
Delikanlının adı Fahrettin, genç kız da Necla..
Sacit de çok yakın arkadaşım. Yıllarca hemen her akşam saatlerce Ortaköy nizamiyesi dediğimiz Ertekin'in yerinde oturduk. Nasıl sıkı sohbetçiydi, iyi bilirim.
Bu kitabı alın. Dedim ya, kapağını açtığınız anda tiryakisi olacaksınız..
Bir orda anlatılan magazin dünyasını okuyun, bir de bugün "Magazin" diye sayfalar, ekler dolusu yazılan, daha doğrusu o magazinin "M" si bile yazılmayan koca başlıklar ve koca resimlerle şişirilmiş, doldurulmuş sayfalarını düşünün. www.postigayayinlari. com
***
Aklın Yolu nasıl bir?..
Araba satın almak istediğinizde her bütçeye uygunu var. Otuz bin liraya da, beş yüzbin liraya da araba satılıyor. Büyük, konforlu ve de daha güvenli bir araba satın almak istediğinizde kimse size "Hayır alamazsınız, ancak ufak ucuz bir araba almanıza izin var" demiyor.
Ancak söz konusu taksi olunca, bir milyon TL'ye varan değerleriyle, dünyanın en pahalı arabalarından daha pahalı plaka taşıyan taksilerin hepsi piyasada bulunabilinecek, en ufak ve en ucuz araçlardan oluşuyor.
Biraz uzun boylu cüsseli iseniz, ne ön ne de arka koltuklarda rahat oturamazsınız.
Arka bagaj bölümünde likit gaz tankı olduğu için irice bir valizi koyamazsınız.
Çoğunda klima yoktur. Hele İstanbul, Antalya havaalanlarında durum tam bir işkencedir.
Valizleriyle gelmiş iki çocuklu bir aile iki taksi tutmak zorunda kalır.
Mevcut sistem yerli yabancı müşteriye hizmet odaklı olmayıp, kolu yorulmadan taş atmış, milyon liralık plaka ile servette zengin, hizmet vermede cimri plaka sahiplerine para kazandırmaya yöneliktir.
Kimlerdir acaba bu plaka sahipleri? Her birinde kaç plaka vardır? Yılda ne kadar vergi verirler? Plaka el değiştirdiğinde KDV veya başka bir vergi ödenmekte midir?
Kim olduklarını aslında incelemek de son derece ilginç sonuçlar verebilir. Acaba kaç tanesi veya yakınları devlet memurluğundan gelmedir? Hangi dönemlerinde kimler plaka ihalelerine girmiştir?
Her türlü rekabete ve denetime kapalı bu düzeni nasıl koruyup devam ettirebiliyorlar?
Bir müteşebbis on milyon dolarlık yatırım yapıp tanesi elli bin dolara 200 tane doğru dürüst araba alıp, "Mevcut taksi tarifesinden yüzde 50 daha pahalı ama temiz giyimli, her gün tıraşını olan, İstanbul'u çok iyi bilen ve de İngilizce konuşan şoförlerden oluşan bir şirket kuracağım" dese neden izin alamaz.
Çünkü mevcut taksi düzeni müşteriye iyi bir hizmet verme üzerine değil, en düşük kaliteli hizmetle plaka ağalarına gelir sağlamak üzerine kuruludur.
Plaka sahipleri kölelik dönemlerindeki gibi "Sahip"tirler.
Taksi kullanarak zar zor geçimlerini sağlayan şoförleri köle gibi kullanır ve de müşterileri sömürerek yaşarlar.
Oysa serbest pazar ekonomilerinde esas olan verilen hizmeti en üst düzeye çıkaracak rekabeti oluşturan ortamı yaratmaktır.
Dünyanın en lüks otel ve lokanta sayısının hızla arttığı, her geçen gün daha bir cazibe merkezi haline gelen İstanbul -Ankara -Antalya -İzmir gibi kentlerde taksi hizmetini daha yüksek fiyata ama çok daha kaliteli verecek imkanlar oluşturabilir.
Bu konuyu İçişleri ve Turizm bakanlıklarının ciddiyetle ele almaları gereken bir fırsat olarak da değerlendirebiliriz.
*
Okuduğunuz satırlar benim değil. Bülent Akarcalı dostum yazıp yollamıştı, hem de İmamoğlu projesinin adı değil, hayali bile yokken. Dosyamda duruyordu.
Evden çalışma sırasında bazı dosyalardan uzak kalmıştım. Dün buldum. "Tam zamanı" dedim ve aldım köşeme..
Bülent Akarcalı adını bilmeyenler vardır. Hatırlatalım o zaman..
"Saint Joseph Fransız Lisesi ve Brüksel Üniversitesi Ekonomi Bilimleri Fakültesi mezunu. Aynı fakültede İktisadi Analiz ve İktisadi Politika alanında yüksek lisans yaptı.
Türkiye'ye dönüşünde dış ticaret ve müteahhitlik hizmetleri ve sigortacılık yaptı.
Sonradan Eti Bisküvi ve İMTAŞ Sigorta genel müdürü oldu.
Türkiye Demokrasi Vakfı kurucusu ve başkanı, Bilgi Üniversitesi kurucusu ve yöneticisi.
Siyasi hayatında beş dönem ANAP İstanbul Milletvekilliği, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ve Turizm Bakanlığı yaptı. Çok iyi düzeyde Fransızca ve İngilizce bilir.
Kapalı mekanlarda sigara içme yasağı Bülent Akarcalı'nın çabalarıyla kanunlaştırıldı."
***
Sevdiğim Laflar
"İnsanlar sevilmek için yaratıldılar. Eşyalar ise kullanılmak için. Dünyadaki kaosun nedeni, eşyaların sevilmeleri ve insanların kullanılmasıdır."
Cemil Meriç (Teşekkürler, Can.)
Tebessüm
İki yumurta, bir kangal sucuk ve bir kalıp peynirin restoranının kapısından girdiğini gören şef garson koştu..
"Affedersiz ama, burada kahvaltı servisimiz yok!."