18 yaşında falan meslekte çok yeni bir gazeteciydim. Beşiktaşlı bir gazeteci.. İstanbul'a gitmiştik, bir Galatasaray- Beşiktaş derbisi izlemeye..
Galatasaray bir gol attı.. İçimden "Gooll" diye fırlamak geldi.. Allah'tan o yıllar, basın tribünlerinde bir spor ahlakı, saygısı var. Öyle bağırma, çağırmalar, hatta jestler bile ayıplanırdı ağbilerimiz tarafından. Kendimi tuttum ve düşündüm..
"Oğlum Hıncal palavrayı bırak, sen artık Galatasaraylısın.." Ankara'ya döndüm ve herkese açıkladım, Galatasaraylı olduğumu..
Bu hikayeyi herkes bilir, çok yazıldı, çok söylendi. Yeri gelirse gene yazarım, nasıl içten, nasıl kökten, nasıl ruhumla, bilincimle Galatasaray'ı seçtiğimi..
Bir çocukluk hevesi aileden birinin isteği, baskısı falan değil, her şeyi bilecek, anlayacak yaşta kendi tercihimle Galatasaraylı oldum.
.. Ve Galatasaray pazar akşamı Kayseri'ye dört gol atarken, her golde üzüldüm.. Kayseri'nin kaçırdığı her golde de üzüldüm.
O zaman hissettim ki, artık Galatasaraylı değilim!.
Beni 1950'li yılların sonunda Galatasaraylı yapanlar Baba Gündüz ve onun harika "İnsan" futbolcularıydı.
2020 yılında, Galatasaray'dan nefret ettirenlerse, Başkan Mustafa Cengiz ve Hoca Fatih Terim oldular..
İkisi de yıllanmış dostlarım(!) iki insan üstelik..
Mustafa Cengiz, başkan olunca hiç bilmediğim bir yanı ortaya çıktı.. Makam hırsı ve ihtirası.. "Ben..
Ben.." kasılması..
Başkanlıkta kalabilmek için neler neler yaptı..
İki tanesi tarihsel ayıp ve kayıp..
Ada'yı ve Arda'yı sattı.
Ada'yı, Florya için TOKİ ile ne pazarlık yaptıysa artık, onun için terk etti. Dünyada benzeri olmayan Boğaz'ın içinde dünyada tek, her dünya kulübünü imrendiren Ada'yı, sırf başkan kalabilmek için sattı.
Arda'yı da öyle..
Sosyal medyada "Arda AK Parti yanlısı.. Arda, Reis taraftarı.. Almayın" diye baskı varmış. Florya'yı da, Kemerburgaz'ı da Cumhurbaşkanı'nın desteği ile çözen Mustafa Cengiz, "Reis yanlısı Arda'yı alırsam, oylarım düşer" dedi ve tamamen bedava gelecek Galatasaray'ın has çocuğu, "Galatasaraylılık ne demek" diye Mustafa Cengiz'in kendisine ders verecek Arda'yı inatla almadı.
Oysa, futbolu bırakmış, emekli olmuş üstelik Hagi, Popescu ve Taffarel'i yeşil sahalara yeniden döndüren, döndürmekle kalmayıp, dört sene oynatan, onlarla içerde dört defa şampiyonluğa ulaşıp, dışarda Türk Futbol Tarihi'nin en büyük futbol başarısına, Avrupa Şampiyonluğu'na ulaşan, Fatih Terim "Hatalarını bilen, kabul eden ve özür dileyen" Arda'ya bir şans daha vermek istemiş ve başkandan ricacı olmuştu.
Mustafa Cengiz'in "Ben Fatih Terim'den daha büyüğüm" demek ve göstermek de işine geliyordu..
Bir taşla iki kuş vuracak. Hem sosyal medyayı, hem kendisini tatmin edecekti.
Ya Fatih Terim!.
"Arda'ya ikinci şans" deyince, Hocam'ın da hatalarını anladığını, yanlışlarından döndüğünü sanacak kadar safmışım meğer..
Pazar günü sahaya Belhanda'yı ilk 11'de çıkarınca, beynimden vurulmuşa döndüm. Gerçi gazeteler o sabah yazmıştı ama, inanmamıştım.
Meğer Fatih Hocam'ın inadı da, nefret ve sevdaları da devam ediyormuş..
Belhanda'nın geçen temmuzda satılacağı haberleri çıkarken "Palavra" demiştim.. "Satar gibi yapacaklar ama kalacak.. Çünkü Feghouli ve Belhanda, Türklerden nefret eden Hocam'ın manevi evlatları.." Euro 2016'da hezimete uğrayan Hocam, bütün kusuru Selçuk ile Arda başta Türk futbolculara yüklemiş ve sahaya "Milli marşımızı okumayı bilmeyenler"den kurulu 11 yabancılı, hatta yedekleri bile lejyoner kadrolarla çıkmaya başlamıştı. Feghouli ve Belhanda ikilisi de gözdeleri olarak.. Gol attıkları zaman bu ikisine nasıl sarıldığını, yayıncı kuruluş gösterdi hep yakından. Kendi atsa böyle sevinmezdi, öyle sevindi evlatlarına..
Galatasaray kaptansız, Galatasaray lidersizken, Selçuk'u yok ederek, Belhanda'dan, o ruhsuz, o kendi kaptırdığı topa bile koşmayacak kadar bencil, sadece kendisi için oynayan Belhanda'dan seyirci de nefret ettiği için yakın gazeteciler aracılığı ile, ocak transferinde de yollanacağı haberleri ısmarlama yazdırıldı.
Ben gene "Hayır, gitmez. Fatih Hocam evladını yollamaz. Galatasaray camiasını uyutuyorlar" dedim.. Taa ki, Terim'in Arda açıklamasına kadar.
O zaman saf saf "Fatih Hocam da anladı hatasını" dedim işte.
Meğer yeni bir tezgaha kurban olmuşum..
Başkan Cengiz'le, Hoca Terim'in ortaklaşa kurdukları tezgah..
Başkan "Arda'yı muhalif taraftar istemiyor.
Alırsak oy kaybederim. Onu bana aldırma. Ben de senin Belhanda'nı satmayayım" dedi. Terim de kabul etti.
Düşüncem bu.. Hayal mi?. İşte kanıtı..
31 Ocak gecesi ara transfer sona erdi ve ardından ilk Galatasaray maçına Belhanda'yı ilk 11'e koydu Fatih Terim.. ..ve dökülmesine, ruhsuz ruhsuz dolaşmasına ve Galatasaray'ı 10 kişi oynatmasına rağmen, o Fatih Terim, takımın en iyilerinden iki Türk'ü, Ömer ve Emre'yi oyundan alırken, güya(!) satacağı (!) ama güya (!) müşteri bulamadığı için elinde kalan Belhanda'sını, öz evladını 90 dakika oyunda tuttu ki, ligin en zayıf ve hele son bölümde iyice çözülen yok olan rakip önünde "Bir şey" yapsın da, ona da Feghouli'ye sarıldığı gibi sarılsın..
Ama gene de hiç bir halt edemedi, Fatih'in artık evlad-ı manevisi değil de, alenen, resmen ve ilanen "Öz be öz" evladı Belhanda o 90 dakikada da..
Pardon bir şey yaptı..
Benim Galatasaraylılığımı askıya aldı..
İşte dosta düşmana ilan ediyorum..
Bu Mustafa, Başkan, bu Belhanda, Galatasaray formasında kaldıkça benim içimden Galatasaray'ı tutmak gelmez.. Kesin..
Bu ikisi yüzünden her maçlarını kaybetsinler istediğim takımı nasıl tutarım ki!.
Peki artık yüzlerine dahi tahammül edemediğim bu ikisinin çekip gittiği, ya da yollandıkları gün ne mi olur?.
Bilemem..
Hislerim belli eder o gün, gene her şeyi!.
Bugün öyle soğuk, öyle öfke, öyle nefret doluyum ki..
Beni Galatasaray'ımdan nefret ettirenlere nefret doluyum!.
Bağışlasın dostlar, 80 yaşındaki ihtiyarın, neler görmüş, neler geçirmiş, acısı, tatlısı ile ne unutulmaz Galatasaray günleri yaşamış ihtiyarın duygusallığını..
***
Gidinin tabelacıları...
Şu bizim spor medyasının, skor yazarı olmaktan çıktığını göremeden gideceğim diye kahroluyorum..
Yahu sayfa çizimleri, başlıkları, yorumları, maç yazıları, hatta yıldız tabloları maçın skoruna göre ayarlanıyor ve yazılıyor, ayıptır yahu..
Tabelaya bakmadan yazıp söyleyen o kadar ama o kadar az spor yazarı kaldı ki..
Yazıklar olsun..
Bakın, Sergen'i severim.
Herkesin kızdığı yanları dahil severim.
Kendi hayatını kendi bildiği gibi yaşıyorsa, onu olduğu gibi kabul ederim, öyle severim.
Beşiktaş'ın başına gelmesine de çok sevindim.
Olayı da tasvip ettim.
Oldu.. Harika..
Olmadı.. Artık her hocanın tepesinin üzerine bir "Sergen Kılıcı" asılması biter. Her Beşiktaşlı'nın kafasından da "Sergen gelse" düşüncesi gider.
Beşiktaş, Rize'de zor bir deplasmanı kazandı.
İlk maçında zor deplasmanı kazanmak güzel.. Güzel de hepsi o..
Nedir o "Sergen geldi böyle oldu" destanları..
Sanırsınız Sergen geldi, Beşiktaş Fener'e 5 attı?. O zaman nasıl sayfa yapacak, o zaman ne yazacaksınız..
Sergen'in sahaya çıkardığı takımın Avcı 11'den ne farkı vardı? "Sergen geldi böyle oldu" denecek hangi vurucu değişikliği yapmıştı Sergen?.
Karius'un yerine Utku'yu koymuştu mesela.. Burak'a göre oyun mu kurmuştu?.
İkisi üstünde birisi kademede üç stoperle boğuşan Burak'ı rahatlatacak, ya da Burak bu üç adamı peşine taktığı zaman, boşalttığı yerde gol bulacak ikinci santrforla, Şenol Güneş'in keşfedip, Avcı'nın yok ettiği Güven'le mi başlamıştı, mesela, bir sürü sıradan oyuncu ilk onbirdeyken?.
Bu maçın özeti şu..
"Sergen henüz başlamadı!." Trabzon Fener'i güç bela, hem de nasıl güç bela yendi.. Ama tabelaya bakıp öyle bir "Fırtına" edebiyatı kopardılar ki, inanamadım..
Yahu Ersun Yanal'ı günahım kadar sevmem.. Ama Fener, bugüne kadarki en güzel maçını, hem de Trabzon deplasmanında oynadı.
Trabzon'un hocası da, sahaya çıkardığı takım dahil, maçı Fener'e vermek için elinden geleni yaptı..
Ne var ki, kaleci Uğurcan, Berlin Panteri olduğu maçtaki Turgay'dan bu yana en muhteşem kaleci şovunu yaptı..
İkinci yarıda hiç ama hiç sahada görünmeyecek kadar tükenen ve takımı 10 kişi oynatan Sörloth da, akıllara seza bir ilk yarı çıkardı.
Herkese ayni sloganı ezberletti bu iki adam.. Biri attı, öteki tuttu ve maçın skoru oldular.
O zaman benim skor yazarlarım ne yazar?.
Skor yazar!.
***
TEBESSÜM
Tebessüm, bugün Çetin Çener'den..
Bir Katolik, bir Protestan, bir Müslüman ve bir Yahudi iş adamı, yemekte konuşuyorlar.
Katolik: "Büyük servetim var... Citibank'ı satın alacağım!" Protestan: "Çok çok zenginim... General Motors'u alacağım!" Müslüman: "Ben prensim, korkunç zenginim...
Microsoft'u alacağım!" Yahudi, sakin sakin kahvesini karıştırır, kaşığı masaya koyar, kahveden bir yudum alır, onlara bakar ve umursamaz bir sesle konuşur..
"Hiçbirini satmıyorum!."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Hayat nasıldır biliyor musunuz? Üçte biri güzel geçen zamanlar, geri kalanı da o güzel zamanları hatırlamak." Mark Twain