Öğleden sonra okuma saatlerimdir.. O saatlerin en keyiflisi de en sona sakladığım The New York Times'ın sayfalarında dolaşmak..
Önce televizyonlara, sonra internet medyasına baş kaldıran ve dünyanın dört bir yanında yaptığı baskılarıyla, en çok okunan, en saygı duyulan gazete olmaya devam eden The New York Times, "Gazete okuma zevki"min devam eden doruğudur, yıllardan beri..
İlk 1957 yılıydı. M. Ali Ağabey, bir sabah ağbim Öcal'ı, kardeşi, kuzen Ahmet'i, (Gene Ahmet'imi andım. Onu anmadığım gün var mı ki?.) ve beni Mülkiye kantininden alıp, "Hadi gazete çıkarmaya" diye Yeni Gün gazetesine götürdüğünde..
O zaman gazetede bir tek telefon var yazı işleri odasında.. Herkes, her servis o tek telefonda sıra bekliyor. Tek haber kaynağımız Anadolu Ajansı.. Başka ajans da yok zaten. Onu da "Muhalif" Yeni Gün'e kızan zamanın başbakanı Menderes kestirmiş.. Muhabir falan da yok. Hepsi Genel Yayın Müdürümüz Cihat Baban'a rest çekip gitmişler..
Yani nerdeyse "Sıfır" kaynakla, biz üç acemi gazete çıkaracağız..
İngilizce biliyorum ya.. M. Ali Ağabey o sıralar New York Times Türkiye muhabiri.. Gazeteyi alıyoruz. O zaman uçakla gelirdi, Türkiye'ye.. Ağırlık yapmasın diye de ince pelür kağıdına basılırdı, okyanus aşırı giden gazeteler..
Yazları köye giderdik. Bizim tarlaların çoğunda tütün ekilir, sonra sıra sıra dizilir kurutulurdu. Köylüler o tütünü işte The New York Times'ın (NYT) ince kağıtlarına sarar, cigara yapar çekerlerdi, tarlada.. Nerden bulurlarsa o ince gazeteleri artık.
Bizim köylülerin ciğerine işledi mi, NYT bilmem ama, 1957 kasımından itibaren o gazeteden, dış haber, spor, sağlık, magazin haberi çıkarmakla görevli benim, ciğerime değil, beynime kazıldı.
Önceleri çok kızardım beni masa başı tercüme işine boğduğu için Kışlalı'ya.. Ama yıllar sonra anladım gerçeği.. Bana "Gazetecilik" dersi verirmiş, çaktırmadan..
Başlık nasıl atılır?. Haber girişi nasıl yapılır ki, gerisi okunsun.. Makale nasıl yazılır?. Röportaj nasıl yapılır?. Resim altı nedir ve niye önemlidir?. Mesleğin temelini NYT'den öğrendim.. Bu bir..
İkincisi.. Dünyanın dört bir tarafından, yerinden yazılan haber hikayelerini ve röportajlarını büyük bir merak ve keyifle okumaya başladım.. Tiryakisi oldum NYT'nin ve bir daha bırakmadım.
İddia ederim ki, bu ülkede yaşayan en eski ve en devamlı NYT okuru benim..
Salonda divanda uzanır okurum ya.. Bizim gazeteler bitti.. En altta iki NYT var. Birini açtım..
Avustralya yanıyor ya nerdeyse çepeçevre.. Sahiller genelde beyaz adamın. Kıtanın "Aboriginal" denen yerlileri, ortadaki kurak, yer yer çöl arazilerde, dağ yamaçlarında yerleşik. Oralar onların kutsal yerleri çünkü.. O yüzden o zaten kurak bölgede vahşette dolaşan develeri istemiyorlar..
Hani Marla Morgan adlı ünlü kadın yazar, Amerika'dan oraya gitmiş ve o yerlilerle, çölün ucundan başlayıp, kutsal dağda biten, yıllık geleneksel yürüyüşlerine katılmış ve kitabında o günleri anlatmıştı ya.. Bir Çift Yürek bizde de best seller olmuş, 18 baskı falan yapmış, Marla da İstanbul'a gelip imza günü yapmıştı ya..
Bu defa Avustralya'ya gitmiş, NYT.. Çölün ortasında Yerlileri bulmuş ve onlarla konuşmuş.. Tam sayfa muhteşem bir röportaj.. Yok canım soru cevap değil.. Yazı, edebiyat türü olan ve bizde artık tamamen unutulan "Röportaj"dan söz ediyorum..
Yerliler "Beyaz adam yangınla mücadele etmeyi bilmiyor.. Bizim yüzlerce yıldır uyguladığımız usullerle savaşsalar, çoktan baş etmişlerdi" diyorlar, işin özeti..
Yerim yok tamamını anlatmaya.. Ama yazı olağanüstü güzel ve meraklı..
Akif'in "Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" tarifinin ne kadar doğru olduğunu anlıyorsunuz, okurken..
Ah!.. Yaşım genç olsa, şu eklerden birinin başına geçseydim, inanın bu gazeteyi okumaya ekten başlatırdım.
İşte Orhan Pamuk'un deklanşöründen, Balat semtinden bir İstanbul sokak manzarası. Yıl 2018, Ağustos..
O NYT bitti. Altındakini aldım..
Sayfaları çeviriyorum..
Aaaaa!..
Tam sayfa.. Tepede 8 sütun manşet..
"The changing Colors of İstanbul!."
Yani "İstanbul'un değişen renkleri.."
Alt başlık iyice vurucu..
"Orhan Pamuk, kent boyu dolaşıyor, onun caddelerini gece boyu fotoğraflıyor. Yeni ışıkları ve yeni gerçekleri keşfediyor."
Girişte imza..
"Orhan Pamuk/ Mr. Pamuk 2006'da Nobel Edebiyat Ödülü aldı."
Açık söyleyeyim.. Orhan Pamuk benim favori yazarlarımdan olmadı hiç. Ona Nobel kazandıran tüm romanlarını aldım ve hepsini, hem de defalarca okumaya teşebbüs ettim. Hiçbirinde 20 sayfadan öteye gidemedim..
Ama bir Türk yazarı olarak Nobel tarihine geçmesine, inanın en az kendisi kadar sevindim ve gurur duydum. Okurlarım, yazdıklarımı bilirler.
O Nobel'den sonra bir daha daldım romanlarına.. Hayır.. Olmadı gene..
İşte o Orhan Pamuk, şimdi tam sayfa bir yazı ve kendi çektiği fotoğraflarıyla İstanbul'u anlatıyor, NYT'de tüm dünyaya..
İnanın, hayatımda bir nefeste okuduğum ilk Orhan Pamuk yazısıdır bu.. Hem de Ekin Oklap imzalı ingilizcesinden..
Şöyle giriyor yazı..
"Son on yılda, İstanbul'un sokak lambalarının ve iç ışıklanmasının sarıdan beyaza dönmeye başladığı ilk ne zaman dikkatimi çekti?. Bu değişim, 66 yıldır yaşadığım şehrin gece manzarasını öyle değiştirmeye başladı ki, - Yaşlılık.. politik ve iklimsel değişiklikler yüzünden mesela- insanın bu tür şeylerin tam ne zaman başladığını hatırlaması çok zordur.
Çocukluğumda ve gençlik yıllarımda, beyaz ışık, floresan lambalardan gelen soğuk bir şeydi. Hastaneler, depolar, ardiyeler, fabrikalar, bekleme odaları ve buz dolapları beyaz ışıkla doluydu.
Beyaz ışıktan uğursuzmuş gibi, kaçınılırdı. Hüzün verir ve yanıltırdı. 60 ve 70'li yıllarda, annem perde almak için gittiği dükkanda seçtiği perdelik kumaş topunu eline alır, tezgahtarla birlikte dışarı çıkardı ki, floresan lambadan gelen yanıltıcı ışıklar olmasın ve kumaşın gerçek rengini doğal ışıkta görsün.."
Pamuk, bir gün 75 mumluk bir ampul almak için yakındaki dükkana gitmiş. Yaşlı bakkal ona bir ampul uzatmış. Çocukluktan kalma, o "Uğursuz" endişesiyle "Ama bu beyaz" diye itiraz etmiş Pamuk. "Bugünlerde artık sadece bunlar satılıyor. Çünkü daha ucuz" diye izah etmiş, bakkal..
"İşte ondan sonra İstanbul'un geceleri, tamamen değişik görünmeye başladığını, öfkeyle kabul etmeye başladım" diyor.
..ve de o zaman karar vermiş, kenti sokak sokak dolaşmaya ve artık yok olmaya başlayan sarı renkli İstanbul gecelerini, fotoğraf makinesiyle kayda almaya..
İlk gittiği semt, Cihangir.. Yıl 2016!..
Naklettiklerim ve anlattıklarım NYT yazısının girişi.. Ondan sonrası çok daha nefis.. Çok daha meraklı.. Çok daha güzel..
Ama ötesini yazamam ve anlatamam..
Haddime düşmemiş bir Nobel ödüllü yazarın türkçesini, ingilizceden alıp tekrar türkçeye çevirmek, çünkü..
Orhan Pamuk, yazının kendi kaleminden çıkan aslını bana yollarsa, gururla, zevkle köşeme koyarım.. İnanın sizden fazla ve önce ben heyecanla okurum, aslını..
Ardından..
Bir bakarsınız, onun bulduğu, seçtiği sarı ışıklı bir mahallenin, sarı ışıklı bir kahvesinde oturur, sarı ışıkta ışıl ışıl parlayan birer demli çay da içeriz..
***
Çebi!..
"Kimin yerinde olmak istemezdin bugün" diyene tek kelimeyle cevap veririm..
"Çebi'nin!.."
Ahmet Nur Çebi.
Beşiktaş Başkanı.. İşi, ailesi dostlarıyla huzur ve keyif içinde yaşarken, tuttu, Fikret Orman'ın A'dan Z'ye tükettiği Beşiktaş enkazını toplamak için elini taşın altına koydu..
Ve olanlara bakın..
Borç bini aşmış.. Bin milyon tabii.. Dükkanı açık tutmak için saatte 200 bin lira bulması gerek.
Futbol takımı dökülüyor. Hocası dökülüyor en başta.. Ama atamaz. Satamaz.. Yarım Milyon Euro tazminat maddesi koymuş, Avcı için, Orman giderken..
İstifa etse hiç olmaz..
Elini taşın altına koyarken bunların hepsini biliyordu..
Yani!.
Vallahi de, Tallahi de, Çebi'ye ne diyeceğimi ben bile bilmiyorum. Elimden sadece dua etmek geliyor, Beşiktaşlı dostlarım..
Allah yardımcın olsun, Çebi!.
***
Tebessüm
Öyle "Ha" deyince gülmek olmaz.
"Ha ha ha" diyeceksin.
(Yıllar önceden kalmış "Utku" dosyasından..)
***
Sevdiğim Laflar
"İnsanın özgürlüğü, istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır."
J.J.Rousseau