Trafik kazasında hayatını kaybeden Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Ahmet Halûk Dursun, Topkapı Sarayı Müdürlüğü yaptığı dönemde makam odasını, avizeye yuva yapan kumrulara terk etmişti.
Büyük dost, büyük gazeteci, genç yaşta kaybettiğimiz yeri dolmaz Savaş Ay nakletmişti bana, bu inanılmaz olayı, yıllar evvel. Takvim'de de yazmıştı o zaman.
Üstat'ın ölümü üzerine, Takvim Savaş Ay'ın haberini hatırlatırken Yeni Çağ'da da Orhan Uğuroğlu köşesinde, dünya durdukça durması gereken bu öyküyü, Haluk Dursun'un kişisel anılarından aynen nakletti.
Sizler de bu tatil sabahı okuyun, hem duygulanın, hem de nasıl bir insanı kaybettiğimizi çok daha iyi anlayın istedim ve köşemi, teşekkürlerimle Orhan Uğurluoğlu'na açtım. İşte yaşananları Haluk Dursun Hocamız bizzat anlatıyor..
***
Aslında bu olayı emekli olup, köşeme çekildikten sonra yazmayı düşünüyordum. Çünkü biliyordum ki, ben yine çenemi (kalemimi) tutamayarak zülf-ü yâre dokunacağım...
Ama o dönemde yaşananları anlattığım bir dostum çok ısrar etti, "
Bunu mutlaka yazman lazım" dedi. Ben de hikâyenin içinde hem bürokratik bir zihniyet, hem de gerçek bir aşk hikâyesi bulunduğu için Topkapı Sarayı tarihine bir kayıt düşürmeye karar verdim...
Topkapı Sarayı'nda müdürlük yaptığım dönemde, makam odamda otururken bir kumrunun açık pencereden girerek avizenin etrafında uçtuğunu gördüm. Hiç kımıldamadan seyretmeye başladım.
Kumru sanki tavaf eder gibi odanın her tarafında dolaştı, avizenin üzerine kondu, bir süre oturdu.
Sonra geldiği gibi uçup gitti. Biraz sonra yanında başka bir kumru ile tekrar geldi.
Bu sefer sanki bir ev (saray) sahibi edasıyla onu gezdirdi. Yeni geleni elinden, (kanadından) tutar gibi aldı ve avizenin içine oturttu.
Bir süre koklaştılar. Sonra uçup gittiler.
Ertesi gün ikisi birlikte ağızlarında dal parçacıkları ile geri geldi ve avizenin içine bir yuva kurmaya başladılar. Yuva bir kaç gün içinde kuruldu.
Ben olup biteni hiç ses çıkarmadan izliyordum. Dişi kuş yumurtlama hazırlığı yapıyordu.
Galiba onlar da beni izliyordu ki, hiç tedirgin olmuş gibi görünmüyorlardı.
Buna karşılık dışarıdan odaya başka birisi girince, hemen ürküp pencereden kaçıyorlardı.
Baktım olmayacak, makam odamı onlara bırakıp hemen karşıda bulunan küçük bir odaya geçtim.
Bir gün televizyon çekimi için Topkapı Sarayı'na gelen gazeteci dostum rahmetli
Savaş Ay,
"Hocam niye bu küçücük odada oturuyorsun" diye sordu.
"Ben hâlden anlarım, bir kumru arkadaşım sevgilisine, "Ben seni saraylarda yaşatacağım" diye söz vermiş, insan yuva kurana yardımcı olmaz mı" dedim.
"Hocam ne olur göster şu yuvayı bana" dedi ve kapıdan
odadaki yuvanın fotoğrafını çekti.
Ertesi gün beni
Ankara'dan arayan arayana...
"Derhal makam odası açılsın, kumruların yuvası dağıtılsın, saray bakımsızlıktan perişan olmuş görüntüsü verilmesin" dediler.
Meğer Savaş Ay haber yapmış bizim kumru hikâyesini...
Hemen aradım,
"Üstad sen ne yaptın" dedim.
"Hocam bu kadar güzel malzeme buldum, yazılmaz mı Allah aşkına" dedi.
"Gazetede sabah toplantısında anlattım, herkes ayağa kalktı ve seni alkışladı" diye
ilave etti.
"Sadece gazete değil, Ankara da ayağa kalktı sayende" diye cevap verdim.
Şimdi ne yapacaktım? Çifte kumrulara kol kanat gerip onların saadetlerini korumaya mı çalışacaktım, yoksa odayı kullanıma açarak bir yuvanın dağıtılmasına mı neden olacaktım?
Bir şekilde, ya ben makamı, ya da o kumrular makam odamdaki yuvalarını kaybedeceklerdi.
Akşama kadar Bakanlıktan beni aramayan kalmadı...
"En azından yumurtadan yavru kuşlar çıksın, uçup gidene kadar bekleyelim" diye
düşündüm.
"
Ben yuvayı almam, siz beni görevden alın isterseniz"
dedim.
Ertesi gün yuvaya bakmaya gittim ki ne göreyim, yuva yerinde duruyordu ama kumrular yoktu.
Yuva yerinde durmasa, "
Birisi kuşları ürküttü, kovaladı" diyecektim.
Halbuki yuva yerli yerinde duruyordu. Kumrular sanki durumu hissetmiş ve sessizce çekip gitmişlerdi.
Bir daha da hiç gelmediler.
Ben daha sonra Topkapı Sarayı'ndan Müsteşar ve
Bakan Yardımcısı olarak Ankara'ya gittim.
"
Kuşların yuvası dağıtılsın, makama sahip çıkılsın"
diyenlerin ise hiçbirisi Bakanlıkta
makamlarında kalamamıştı.
Muhakkak ki, biz de bir gün bu makamlardan uçup gideceğiz.
Kuşlar ise hep sevmeye, uçmaya ve yuva kurmaya devam edecek.
***
Haluk Dursun gibi muhteşem adamlar da, Savaş Ay gibi harika gazeteciler de o kadar azaldı ki günümüzde..
Duygusallıkları, güzellikleri unuttuk. Saldır Allah saldır.. Söv Allah söv..
Politikacısı, yorumcusu, bununla geçinir oldu..
Yazık olmadı mı?.
Bu sabah bahçemde oturdum işe gelmeden yarım saat..
Kumruların sesini dinledim..
Savaş'ı ve Haluk Hocamı hatırlayarak!.