Geçen hafta sizlere "Bütün İletişim Fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmalı" diye bir kitap tanıtmıştım..
"Babıali'nin Öteki Yüzü!."
Yakın dostum, deneyimli gazeteci Tufan Türenç, araştırmaları, anıları ve doyumsuz üslubuyla, Babıali'yi anlatıyordu. Okurken insana "Bugünlere, nerden ve niye geldik" dedirten satırlardı yazdıkları..
Geçen hafta kitaptan alıntı yaparken, Tufan'ın kendi yaşadıklarından "Nasıl gazeteci olunur"u örnekleyen bölümü seçmiştim.
Şimdi gazeteci olduktan sonra, "Bu meslek nasıl yapılır"ı örnekleyen bir bölümü, Pazar Keyfinizi de düşünerek naklediyorum.
İki hippi (O devride Çiçek Çocukları vardı.. Arabalara doluşur, Nepal'e falan giderlerdi, esrarın en iyisini bulmak için.. Yol üzeri de Türkiye.. Ben de gazeteci olarak bunlarla tanışmış, hatta bir Katmandu ekibiyle birlikte Anadolu'yu da dolaşmıştım.
İki Fransız Hippi Türkiye anılarını bir Fransız dergisine anlatmışlar. Dergi de kapak yapmış.
Türkiye'ye mafya egemenmiş. Raki takma adlı Güney Zobu da mafyanın lideriymiş. İstanbul'un her yerinde uyuşturucu içilebiliyor, polis bol rüşvetle her şeye göz yumuyormuş.
Raki, ünlü ailenin hayırsız bireylerindendi. Ufak tefek dolandırıcılıklarla geçinir, maceraları, tatlı okunan polisiye haber hikâyeleri olurdu.
Milliyet'in o zamanki Genel Yayın Müdürü, Türkiye'nin gelmiş geçmiş 1 numaralı gazetecisi Abdi Bey (İpekçi) o dergiyi, polis adliye muhabiri Tufan Türenç'in önüne koymuş..
"Bu uydurma olayları araştır. Adı geçen kişileri, en başta Raki'yi bul. Onlarla röportaj yap. Hem röportajları, hem de yanında senin haberini yayınlayalım" diye görev vermiş..
Genel Yayın Müdürü, dikkat edin, görevi veren.
Tufan "Raki, düğümü çözecek ve Fransız dergisinde tüm yazılanların yalan olduğunu anlatacak tek adamdı. Ama onu bulmak, hele konuşturmak çok zordu" diyor ve gerisini kitabında anlatıyor.
Tufan'ın Raki'yi bulması ve konuşturması, işte "Gazetecilik dersi" dediğim şeylerden biri.
Okuyun bakalım, var mı bugün, yapan.. Geçtik.. Düşünen?.
Söz Tufan'da..
***
Raki'yi günlerce aradım. Çalmadığım kapı kalmadı. Polis, jandarma dahil hiçbir devlet kurumu Raki'yi bulamadı veya bulmak istemedi. Raki'nin izini bilen yoktu.
Baktım olacak gibi değil, bazı arkadaşlar ve dostlardan yardım istedim. Hemen hemen hepsi "Sana Raki'yi ancak mafya bulur" dediler. Çaresiz mafyaya ulaşmak zorunda kaldım. Bunun için bir avukat arkadaşa başvurdum.
Avukat arkadaş
Oflu Hasan'ın avukatıydı. Oflu Hasan mafya babasıydı. Raki'yi bulacağına emindim. Avukat arkadaşın bürosuna gittim ve durumu kendisine anlatıp, yardımını rica ettim.
Hemen telefon etti:
"Hasan Ağabey seni çok güvendiğim bir gazeteci arkadaş için arıyorum. Bu arkadaş Raki'yi arıyor ama bir türlü bulamıyor. Senden rica ediyorum, Raki'yi bulduruver. Evet evet ağabey. Tamam. Çok teşekkür ederim."
Telefonu kapatıp bana döndü:
"Bu akşam saat on birde Hasan ağabeyin Alman Konsolosluğu'nun karşısındaki kulübünde ol. Raki'nin ölü veya diri orada olacağını söyledi Hasan ağabey."
"Anladım. Çok teşekkür ederim. Saat on birde söylenen yerde olacağım."
Sevinç içinde gazeteye geldim. Heyecandan akşamı zor ettim ve saat onda Oflu Hasan'ın kulüp dedikleri kumarhanesine gittim. Gümüşsuyu'nda tarihi bir apartmanın ikinci katındaydı.
Apartmanın önünü geldim ama kulüple ilgili bir tabela yoktu. İçeri girdim, merdivenlerden çıkıp birinci katın kapısını çaldım.
Doğrusunu söylemek gerekirse ilk kez mafyanın işlettiği bir kumarhaneye girecektim. İster istemez insan tedirgin oluyor. Kulübün içini ve Oflu Hasan'ı çok merak ediyordum.
Biraz sonra kapıda küçük bir kapak açıldı ve sert bakışlı bir adam "Kimi aradınız?" diye sordu.
"Beni, Hasan Bey bekliyor. Adım Tufan."
Adam, "Biraz bekleyin" diyerek kapağı kapadı. Bir iki dakika sonra kapı açıldı ve adam beni içeri aldı.
Büyük bir salona girdik. Salon, çok zevkli ve pahalı mobilyalarla döşenmişti. Yerlerde şık halılar vardı. Koltuklar geniş ve rahattı.
"Buyurun oturun. Hasan ağabey biraz sonra gelecek. Bir içki alır mısınız?"
"Hayır. Teşekkür ederim. Ben burada beklerim."
Gerçekten de biraz sonra Oflu Hasan geldi. Ben onu ilk kez görüyordum. Kısa boylu, güleç yüzlü, babacan bir adamdı. Hiç de mafya babasına benzemiyordu.
"Hoş geldin yeğenim. Merak etme, istediğin adam mutlaka gelecek."
"Çok teşekkür ederim. Çok büyük bir iyilik yaptınız. Sağ olun."
"Niye bir şey içmiyorsun?"
"Ben görev başında içki içmem."
Sonra Oflu Hasan'la sohbete başladık. Görmüş, geçirmiş, yaşam deneyimi olan bir insan olduğu anlaşılıyordu. Ülke sorunları konusunda ilginç görüşleri vardı. Şu sözlerini hiçbir zaman unutmam:
"Bak yeğenim. Ben vatanıma zarar verecek bir iş asla yapmam. Bu ülkede deseler ki 'Herkes çıkıp Çamlıca'da taş kıracak' hemen kabul ederim ve ülke için en başta ben gider taş kırarım. Ama eğer torpiller işler de kaytaran olursa bunların ilki de ben olurum. Kimse kaytarmasın yemin ederim vatan için ömür boyu taş kırarım."
Yarım saat sonra, yani tam zamanında Raki geldi. Oflu Hasan. "Onu arka odaya alın ben geliyorum" dedi. Sonra bana döndü:
"Sen bekle yeğenim. Önce ben onunla konuşayım. Sana doğruları anlatmazsa ayaklarını kıracağımı söyleyeyim."
Beş dakika sonra geldi,
"Sana ne sorarsan anlatacak. Odaya geç... Rahat rahat konuşun."
Raki beni görünce ayağa kalktı:
"Hoş geldin Tufan ağabey. Hasan ağabey sıkı sıkı tembih etti. Ne istersen sor, sana her şeyi anlatacağım."
***
Sonu.. Milliyet'te harika bir manşet haberi.. Günlerce konuşulmuş, tanıdığım pek çok polis adliye muhabiri, nasıl kıskançlık krizleri geçirmişlerdi.
O devirde gazeteci "Atlatmak" için yaşar, atlatıldı mı, kahrolurdu.
Şimdi kimin umurunda..
Ayni ajans.. Ayni haber.. Hatta başlıklar bile ayni..
Şu ünlü "Trafik Yasa Tasarısı" haberini küçük ve "Drift etmek 5 bin lira" başlığı ile verilmesini eleştirmiştim ya..
Öğleden sonra gazeteleri okurken baktım, hepsinde ayni haber, ayni başlık..
Yani ajanstan gelmiş ve gelen başlığı değiştirme zahmetine katlanmadan koymuş hepsi sayfalarına..