Efendim, sonunda bu da oldu. 1957 kasımında bu mesleğe başladığım günden beri patronluğumu yapan Öcal Ağabeyimin patronu da oldum sonunda. Bana bu görevi veren de ağbimin kendisi..
Ona bir Devrim Erbil Sergisi davetiyesi gönderdim. İzmir'de açılıyor.. Hepsi bu.
Sonunda bu yazı geldi..
"Sadece İzmir değil, bizim köşe de şenlensin" dedim. Aldım aynen buraya koydum.
Tam da keyifle okunacak tatil yazısı..
***
Sevgili Erdoğan Öztürk'ten müjdeyi aldım; "Döndük Öcal abi" dedi, telefonda!..
Göreve getirildiği günden, gönderildiği güne kadar "kendi eserleri hariç" Türk Opera ve Balesi'ni adeta "geriye götürmek için" elinden geleni ardına koymayan Genel Müdür'ün "İzmir'de gadrine uğrayan" ve darmadağın edilen ekipti, dönenler!..
Selman Ada'nın gönderilişinden ve genel müdürlüğe Murat Karahan'ın getirilmesinden sonra,
İzmirli sanatseverlerin beklediği müjdeydi, bu dönüş!..
Zira "3 yıl sonra geri dönen bu ekip" inanılmazı başarmış ve "imkansızlıklar, zorluklar içinde" İzmir Opera ve Balesi'ni ülke çapı seviyesinden öteye götürecek "uluslararası" kapıyı da açmıştı!..
Geçen üç yılda 3 müdür gelmiş, "kendi ekiplerini oluşturmaya çalışmış"; genel müdür Selman Ada'nın da "yönlendirici" müdahalelerine maruz kalmıştı.
Yeni genel müdür Murat Karahan tarafından "yeniden" göreve getirilen
Aytül Büyüksaraç ve ekibi, "Nerede kalmıştık" diyerek kolları sıvadı ve İzmir Opera ve Balesi yeniden "repertuvar" sistemine döndü. Yani, daha önceki sezonlarda sahnelenen eserler tekrar ramp ışıklarına çıkarken, sürekli olarak yeni eserler de repertuvara eklenecekti.
Bu, İzmirli sanatseverlerin opera ve balelerine zengin bir programla yeniden kavuşması demekti. Bahar konserleri programa alınacak, Efes Opera ve Bale Festivali' üstlenilecek, Ulusal ve Uluslararası festivallere gidilecekti.
Devlet Opera ve Balesi'nin yaşadığı 3 yıllık fetret devrinden sonra, İzmir de eski günlere dönmek ve o günleri de geçmek için genel müdür Murat Karahan'ın desteğini bekliyor. Hakkımız değil mi?..
***
Erdoğan Öztürk'ün İzmirlilere müjdesini nasıl yazacağımı düşünürken, sevgili kardeşim ve
"Bu sütundaki patronum" Hıncal'dan bir mesaj.. "Devrim Erbil'in Resim Sergisi 7 Nisan'da Ekol Sanat Galerisi'nde açılıyor!.." Ben orta okul ve lise hayatımda sadece bir defa ikmale kaldım, öteki derslerimin çoğu iftiharlıkken; o da Resim!. Anlayın ve tahmin edin, çağdaş Türk resminin ustalarından,
dünyaca ünlü Devrim Hoca'nın "Titreşimlerin Büyüsü" sergisi ve ben!..
Yooo, pek öyle değil!. Sevgili kardeşlerim Hıncal'ın ve Serpil'in önce zorlamaları, sonra destekleri ile, önce sergi salonlarına gitmeye, sonra da
elimde fırça / palet / tual resim yapmaya başladım.
İşte o "yeni" Öcal Uluç, Devrim Hoca'nın sergisine gidip, onunla ve "müthiş kere müthiş eserleri" ile karşılaşınca, "Titreşimlerin büyüsüne kapıldı" ve büyülendi.
Önce "şair", sonra "ressam" olan Uşak Eşmeli Hocamız, sebebini de "Edebiyatın Anadolu'nun küçük bir kasabasına ulaşması resim sanatından daha kolaydı" diye açıklıyor.
Hedefini de daha o zamanlardan çizmiş;
"Bir gün tuvallerin şiirini yazacağım." Şimdi de diyor ki; "Şiir de, resim de belli bir duyarlılığa sahip olmayı gerektirir. İnsanın içinde çiçekler açmıyorsa, ondan ne şiir, ne de resim bekleyebilirsin.
Şiirle uğraşan resimle uğraşmaz diye bir şey yok." (Semra Ünlü ile söyleşisinden.) Ve işte
"tuvallere şiir yazan" resimlerle karşı karşıyayım. O kadar mı; biraz sonra sanal bir dünyada özel gözlükler takarak 3 boyutlu teknolojinin sürprizi ile resimlerin içinde, sokaklarda, parklarda, ağaçların arasındayım.
Sergi, 3 mayısa kadar açık, İzmirli sanatseverler mutlaka gitmeli ve benim gibi" sanatın, tuvallerin şiirleri olan binlerce ve binlerce fırça dokunuşlu o eserlerin arasında bir - iki saat yaşamalı!..
Ekol Hastanesi ve Sanat Galerisi sahibi Mehmet Baz'a da, sanata ve sanatçıya verdiği destek ve de "Devrim Erbil Sergisi'ni bir defa daha İzmir'e getirdiği için teşekkürler!..
***
Oyun bitmiş, sıra selamlama ve alkış tufanına gelmişti. Bu arada,
Erhan Yazıcıoğlu usta "Bu sahnelerde 50 yılım bitti. Artık nokta koyuyorum" dediğinde Ege Üniversitesi
Atatürk Kültür Merkezi'nin Yunus Emre Salonu'nu dolduran sanatseverler, "Oooo... Olmaz. Olmaz" diye tempo tutmuşlardı; "Bırakmayız, gidemezsin!.." "
Tiyatro Sahnekârlar", Anton Çehov'un 4 küçük oyununu, "
Çehov Kabare" adı ile ve
Murat Kodallı'nın müziği / piyanosu eşliğinde uyarlamışlar ve İzmirlilere keyifli bir gece yaşatmışlardı.
Doğrusu ya, Erhan Yazıcıoğlu,
Melda Gür,
Volkan Severcan ve
Bora Severcan (Aynı zamanda uyarlayan ve yönetmen) en sevdiğim 3 (Acaba 5 mi desem) Rus edebiyatçısından biri olan Çehov'a da, gülmeye de, eğlenmeye de doyurdular bizleri.
Emek veren perde gerisindekilerle beraber, hepsine teşekkürler. Teşekkürüm elbette yıllardır İzmir kültür ve sanatına destek veren ve
Çehov Kabare'ye de sponsor olan
Folkart'a da.
Baharla beraber İzmir şenleniyor!..