Cuma akşamı Hıncal Ağbi dahil, ailecek tiyatroya gittik, dönüşte arabada sohbet ederken bir baktım ki herkes oyunu çok farklı yorumlamış. Normalde tiyatroya gittiğimizde herkesin çıkardığı sonuç öyle ya da böyle benzeşir. Çünkü mesaj açıktır.
Fakat o gece beni ve de 1590'dan beri tüm dünyayı büyüleyen William Shakespeare imzalı bir oyun sahnedeydi. O yüzden bugüne kadar gittiğim tüm tiyatrolardan çok farklıydı. Okul tiyatromuzu saymazsak benim izlediğim ilk Shakespeare'di, "Fırtına" (The Tempest). İngiltere'de üniversite okurken, 3 sene boyunca William Shakespeare'in evine, Stradford-upon- Avon'a 30 dakika uzaklıkta oturan biri için bu durum elbette çok garip.
Kasabasını sayısız kere gezmeme rağmen, kullandığı İngilizcenin günümüzden farklı oluşu ve yoğunluğu, sanki izlesem de anlamayacakmışım gibi düşünmeme sebep olmuştu. Londra'da çok oyuna gittim ama Shakespeare'lerden uzak durdum.
..ve o gece yanıldığımı anladım. Moda Sahne'sinde izlediğimiz bu oyun şiirsel diline rağmen gayet anlaşılırdı.
İlgimi çeken başka bir unsur ise seyircilerin karşılıklı oturması ve oyuncuların ortamızda oynuyor olmasıydı. Geleneksel orta oyununu andıran bu düzen de benim için bir ilkti.
Oyun fırtınayla başladı. Fırtınayı çıkaran yıllar önce Napoli tahtından kardeşi tarafından atılıp denizlere sürülen büyücü Prospero'ydu.
Hain kardeşi ve Milano Dükü'nün bulunduğu gemiyi fırtınasıyla batırdı ama perisi sayesinde herkesi sağa salim adaya çıkardı.
Büyücü Prospero artık öcünü alabilirdi.
Sahne çok sade dekore edilmesine rağmen, oyunun işleniş şekli beni Shakespeare devrine götürdü. O zamanki denizcileri, taht sevdasından kardeşe bile ihanet edebilme duygusunu, ıssız adada çaresiz mahsur kalmayı ve günümüzde de aynı kalan "Aşk"ı oyuncular çok güzel sahnelediler.
Oyunun bana göre başka bir güzelliği ise modern ve klasiği başarıyla harmanlamasıydı. Ne çok moderndi, ne de çok klasik.
Peri'nin sahnede patenle dolaşması, kaskındaki kamera ve elindeki ukulele ne kadar çağdaşsa, söylemler o kadar Shakespeare'in yazdığı gündeydi.
Benim için çok değişik ve keyifli bir geceydi.
.. ve Londra'yı bir sonraki ziyaretimde kimin oyunlarını izleyeceğimi düşünmeme gerek kalmadı...
Fırtına'yı tüm tiyatroseverlere tavsiye ederim.
..........................
Hıncal'ın Notu.. Özel tiyatrolar, ayni özensizliği, hatta saygısızlığı inatla sürdürüyorlar. Seyirciye, internet printer'ı ile çoğaltılmış, yani değeri bir A4 kâğıdı, yani sadece üç kuruş olan bir programı dağıtmaya üşeniyorlar. İrem'in yazısında tek isim yok. Niye?. Kim hangi rolde bilmiyorsunuz.
Tanımıyorsunuz da.. O zaman yazamıyorsunuz. Onları yazamayınca, yönetmen, dekorcu, kostümcü yazmak da abes oluyor.
Kendileri printer'da iki satır yazmaya üşenenlerin "Tiyatro yazmıyor" diye medyayı eleştirme hakları yok!.