Nehir Erdoğan'ı tanımayanınız azdır..
Ünlü oyuncumuz.. Dizi yıldızımız.. Onu televizyona biz başlatmıştık, 2000'li yıllara girerken..
Tele Pazar adlı bir kültür, sanat, spor ve eğlence programı yapıyorduk, Yücel Yener TRT'sinde..
Canlı.. Her pazar 3.5 saat.. Nehir, Ali Kocatepe ile sunucuydu.. O ilk sınavı başarıyla verirken, Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi'nde öğrenciydi.
Bir gün elinde bir kayıt aletiyle geldi. Bir ödev vermiş, hocalarından biri, meslek dersinde.. "Ünlü biriyle söyleşi yapın.." O da bana geldi..
Nehir geçen hafta taşındı.
Taşınırken, eski eşyaları karıştırmış.
Dosyaların birinde o ödevi bulmuş. Bana getirdi..
Buyrun.. Milenyuma girerken, neler konuşmuşuz?.
Bana bugün bile ilginç geldi.
Konu ben olunca, bana öyle gelmesi doğal da, bakalım siz ne diyeceksiniz?.
***
Kimimiz reklamlardan kimimiz Galatasaray tutkusundan, kimimiz de her gün bizlere seslendiği Sabah Gazetesi'ndeki köşesinden tanıyor onu.
Ama eminiz ki Türkiye'nin en ünlü, şen kahkahaları dediğimizde tek bir isim geliyor akıllara:
Hıncal Uluç.
Onunla konuştum.
Nehir-
Yazılarınızı yazarken genelde nelere dikkat ediyorsunuz? Konularınızı seçerken
o konuyu ele almanızdaki etmen nedir?
Hıncal - Hiçbir şeye dikkat etmiyorum. Her şey içimden geldiği gibi. Konu da içimden geldiği gibi seçiliyor, yazı da içimden geldiği gibi yazılıyor.
Başarının sebebi de bu zaten. Her şeyin içimden geldiği gibi olması. Hiçbir şey hesaplı, planlı değil.
N- Genelde zaten hemen hemen her konu hakkında yazıyorsunuz.
Peki her şeyin yazarı, her şeyin gazetecisi olmak ne gibi zorluklar getiriyor, ne gibi sorumluluklar yüklüyor?
H- Sizin yok mu her konu hakkında fikriniz?
Ayakkabı almaya giderken yanınıza bir ayakkabı uzmanı alarak mı gidiyorsunuz?
Sinema filmini seçerken, bir sinema eleştirmenine telefon edip; "Şu film nasıl, ona gideyim mi?" mi diyorsunuz?
Ev ararken mimarlarla mı arıyorsunuz? Yaşayacağınız şehri, semti seçerken şehircilerle, çevrecilerle işbirliği mi yapıyorsunuz? Her insanın her konuda fikri vardır. Ama ülkemizde insanlar konuşmaları adeta doğdukları andan itibaren yasaklanmaya başlandığı için fikirlerini açıklamaktan korkarlar.
Zannederler ki fikir açıklama hakkı dünyada sadece uzmanlara mahsustur. Ben bunun aksini kanıtlıyorum. İnsansam ve bir şey benim için yapılmışsa o zaman o şey hakkında bir fikrim her zaman olacaktır. Mesela izlediğim bir basketbol maçı basketbol eleştirmenleri için yapılmıyor.
Hıncal Uluç seyretsin diye yapılıyor. O zaman Hıncal Uluç'un bu maç hakkında fikri olacaktır.
Bu maçta kimlerin iyi oynadığı hakkında fikri olacaktır.
Bu maçta hangi takımın iyi oynadığı hakkında fikri olacaktır. Bu maçta hakemin maçı nasıl yönettiği hakkında fikri olacaktır. Bütün bu fikirler olunca da fikrini söyleyecektir. Fikir özgürlüğü demek fikir sahibi olmak özgürlüğü demek değildir. Türkiye'deki medya fikir özgürlüğü diye kıyamet koparır ondan sonra da fikrini açıkladığı zaman "Sen sus! Fikrini açıklama, bu konuda sadece uzmanlar konuşabilir" der.
N- Özellikle iyimserlik ve sevgi üzerine çok güzel yazılarınız olduğunu biliyoruz.
İyimserlikle ilgili yazılarınızı yazarken kendi olumsuzluklarınızı göze alarak mı yazıyorsunuz?
H- Tabii!. Yani zamanında kötümser olduğum için neler kaybettiğimi biliyorum. Özellikle gençlik yıllarımda. Günün gençlerine o yüzden ağabeylerimin bana söylemediklerini söylemeye çalışıyorum.
N- Peki bu düşüncelerinizi kendi yaşantınızda da uygulayabiliyor musunuz?
H-
"Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma" demiş eskiler." İnsanların doğruları bilmeleriyle, doğruları yapmaları çok farklı şeyler. Yani kendim de yapmaya uğraşıyorum.
Az biraz başarıyorum da tabii, ama yüzde yüz başarılı olduğum söylenemez. Zaten hiç kimse hiçbir konuda yüzde yüz başarılı olduğunu söyleyemez. Ben doğruları söylemeye uğraşıyorum.
N- Kariyer açısından tam olarak istediğiniz yerde misiniz?
H- Tabii. Yani başarılı bir hayat yaşadığımı düşünüyorum mesleki açıdan.
N-
Bu zamana kadar çok yapmak isteyip de içinizde kalan bir şey oldu mu?
H- Hayır yok. Her şeyi yaptım keyifliyim.
N- Şu anda Türkiye'deki eğitim sistemi, özellikle de
üniversiteler hakkında düşüncelerinizi alabilir miyim?
H- En kötü sistem bir defa insanların robotlar gibi akıllarından dahi geçirmedikleri birtakım mesleklere zorlanmaları. Efendim; denebilir ki yazmasınlar, 10 tane seçme hakları var. Çocuklar o sınavda 10 tane seçme hakkını ya da 20 tane seçme hakkını ya da 100 tane seçme hakkını yazarken istedikleri meslekleri düşünmüyorlar, genelde kazanabileceklerini yazıyorlar. Yani oradaki seçme hakkı "Canım bunu istiyor" anlamına gelmiyor ne yazık ki. Biz bugünkü kuşaklara göre daha talihliydik.
Lise yıllarımızda büyüyünce ne olmak istediğimizi konuşurduk ve de olabilirdik, önümüzde bir engel yoktu. Öyle üniversite sınavıydı da, bilmem neydi de, falandı filandı öyle bir şeyler yoktu. Şimdi çocuk işletme mühendisi olmak istiyor. Çin filolojisi okuyor sonunda, bugünün sistemi içinde.
N- Sizin eğitim durumunuz nedir?
H- Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdim ben. Biz şu anda eğitim düzeyi olarak çok daha ilerde ama sistem olarak çok yanlıştayız. Yani bu saçmalık sadece seçilen üniversitelerin, fakültelerin adında değil. Bu gün Türkiye'nin pek çok yerinde üniversite açıldı. Niye açıldı bu üniversiteler?
İşte evvelden bir Ankara'da, bir İstanbul'da üniversite vardı. Herkes buralarda toplanıyordu. Şimdi her yerde üniversite açtılar.
Ortaya çıkan tablo şu: Erzurumlu kız çocuğu İzmir'de okuyor, oradaki üniversiteyi kazandığı için; İzmirli kız çocuğu da Erzurum'da okumaya çalışıyor o da, o üniversiteyi kazanmış.
Oysa Erzurum'da üniversite açılmasının sebebi Erzurum yöresindeki insanlar başka yörelere gitmeden kendi çevresinde okusunlar.
Bir yerde açılan üniversitenin amacı öncelikle o yöreye hizmet vermek olmalı. Branşlar, atıyorum. Erzurum'da sağlık hizmetleri eksikse İstanbullu delikanlılar, İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olanlar Erzurum'da doktorluk yapsın diye mesela onları rotasyon motasyon diye yapay zorlamalarla yollayacağına, Erzurum'da tıp fakültesi açarsın ve Erzurum insanını doktor yapıp orada çalışmasını sağlarsın. Erzurum'da belli bir tarım varsa, o fakülteyi açarsın, Ziraat Fakültesi'ni.. O tarımın uzmanlarını orada yetiştirirsin. Erzurum'da kış sporları varsa gelişmekte olan, bir spor fakültesi açarsın oradan kayak öğretmenleri yetiştirirsin. O çocuk artık oraya gider, orada okur, orada mezun olur ve orada hizmet eder.
Böyle bir düzen ne yazık ki uygulamada yok.
O zaman Türkiye'de işler, planlı programlı değil, laf ola, torba dola yapılıyor.
N- Sizce şu anda üniversite gençleri bu sistemin dışında kendi adlarına olmaları gereken yerdeler mi?
H-
Üniversitede önemli olan şey eğitim.
Öteki sosyal faaliyetler her devirde kendi içinde olmuştur. Onları da fazla ciddiye almamak gerekir.
Ben üniversitedeki sağcıların, solcuların pek azının hayatlarının ilerleyen dönemlerinde o fikirlerine bağlı kaldıklarını gördüm. O üniversitedeki gençlik heyecanı içinde kimisi sağcı olur, kimisi solcu olur, bir bakarsınız 10 sene sonra da her şey tersine döner. Önemli olan eğitim. Eğitimin bizim zamanımıza göre çok daha ileride olması lazım. Neden? Bir defa bizim hayalini bile etmediğimiz bir bilgisayar teknolojisi var. Yani Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okurken herhangi bir konuda araştırma yapmak istesem
iki kütüphane vardı. Bir üniversitenin kütüphanesi, bir de Milli Kütüphane. Şimdi ayni okulda, benimle ayni şeyleri okuyan kardeşim bilgisayarın başına geçiyor. İnternet ağıyla bütün dünyanın kütüphanelerine girebiliyor.
Böyle bir imkânı düşünebiliyor musun?
İstediği bütün kapıları internet ağıyla açabiliyor, okuyabiliyor, satın alabiliyor. Bizim adını duymadığımız yüzünü görmediğimiz kitapları bu günün öğrencisi temin edebiliyor.
İnternet vasıtasıyla Amerika'da verilen bir konferansı izleyebiliyor. Bu müthiş bir şey eğitim açısından. Bu imkânları değerlendiriyorlar mı ondan pek emin değilim.
N- Başınızdan bundan 5 yıl önce vurulma gibi kötü bir olay geçti? Neden bu olayın üstüne gidip mahkemeyi sonuçlandırmadınız?
H- Çünkü üstüne gidilmesi gereken asıl suçluyu mahkeme serbest bıraktı. Herkes biliyordu beni kimin vurdurduğunu ama mahkeme serbest bıraktı onu. Bir zavallı tetikçinin üstüne yıkıldı.
O çocuk beni vurmasa kendisini vuracaklarını biliyordu. Yani aslında en suçsuz adamla karşı karşıya kaldım ben. O zaman çok anlamsız olurdu onun üstüne gitmek. "O tetiği çekmezsen biz seni vururuz" diyorlarsa bir adama ve adam gelip, hiç tanımadığı, bilmediği, yüzünü bilmediği beni vuruyorsa suçlunun o olduğunu düşünmek çok aptalca bir şey. Emri vereni bütün Türkiye biliyordu. Yargıç daha birinci duruşmada tutuklamadan vazgeçtik, zahmet edip duruşmalara gelmesine bile gerek görmedi. Tümüyle serbest bıraktı. O zaman benim için tamamen anlamsız oldu, o dava. Ben de çekildiğimi açıkladım.
N- Türkçemizin durumu hakkında söylemek istedikleriniz? Dildeki bu hızlı değişimi, diğer dillerden bu kadar çok etkilenmesini doğru buluyor musunuz?
H- Dil değişecektir. Dünyanın bütün dilleri değişmektedir. Dil kadar hareketli bir şeyin değişmemesi söz konusu değildir. Diğer dillerde de değişmeler olacaktır. Diğer dillerden etkilenmeler olacaktır.
Amerika benden "Yoğurt" sözcüğünü alıyorsa ben de Amerika'dan televizyonu alacağım. Bundan daha normal bir şey yok. Çünkü iletişim çağı yaşıyoruz biz. İletişim çağında sınırlar, hele o internette iyice ortadan kalkmış vaziyette. İnsanlar birbirlerini etkilerken dillerinin etkilenmemesi söz konusu değil. Dil de etkilenecektir. Burada yobazlığın âlemi yok.
Önemli olan vatandaşım beni anlıyorsa, ben de vatandaşımı anlıyorsam demek ki biz Türkçe konuşuyoruz.
N- Sizi sürekli güzellik yarışmalarında jüri üyesi olarak görüyoruz. Bu tip yarışmalara bakış açınız nedir? Ne kadar gerekli sizce?
H- Dünyada her şey, "Gerekli" diye olmaz. Bazı şeyler de keyiflidir. Güzellik yarışmaları da keyifli olaylar. Güzel kızlarımızı tanıyoruz, tanıtıyoruz.
Onlara yeni imkânlar açılıyor, kraliçe oldukları için.
N- Şimdi gerçekten objektif mi yanıtladınız sorumu?
Erkekler için düzenlenen böyle bir yarışmada jüri üyesi olmayı kabul eder miydiniz?
H- Hayır, erkeklerle ilgili konular kadınlar kadar ilginç değil. Bütün dünyada bu güne kadar yapılan erkeklerle ilgili denemelerde o tür yarışmaların ilginç olmadığı ortaya çıktı. Sebebi şu:
Genelde bakılan insan, kadınlardır. Yani erkekler de kadına bakar, kadınlar da kadınlara bakar.
Erkeklere çok az bakılır. Ben mesela yanımda bir kadınla bir salona girdiğim zaman dikkat etmişimdir..
Bütün kadınlar ve bütün erkekler hep yanımdaki kadına bakarlar. Bana bakmazlar. Bu yüzden erkek yarışmaları bir fantezi olmaktan öteye gidemedi. Zaten işin başlangıcına bakın.
Mitolojide ilk ve tek yarışma kadınlar arasında oldu.