Kimse açıktan söyleyemiyor ama, Amerika Birleşik Devletleri'ne aynen karşılık vermemizi yadırgayanlar var.. "Efendim, ülkemiz zaten zor koşullardaymış. Bir de Amerika'yı karşımıza almak yerine, diplomatik yolları deneseymişiz. Biraz alttan alıp, işi krize dönüştürmeden çözseymişiz" imalarıyla dolu gevelemeleri duyuyor ve okuyorum.
Böyle düşünenler yanılıyor..
Amerika'nın anladığı dil budur.. Boyun eğersen, üzerine gelir ezerler.. Dik durursan anlaşma yollarını onlar aramaya başlarlar..
İşte aramaya başladılar bile.. Ben bu satırları yazarken, Washington'dan ilk işaretler gelmeye başlamıştı.
***
Eski bir anımı nakledeyim, yeri gelmişken.. Eski okurlar hatırlar belki..
Yıl 1984..
Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük dergisi, 150 bin satan Erkekçe'yi yönetiyorum.
Ankara'da bir evim var, ama
İstanbul'da çalıştığım için kirada oturuyorum. Side'de bir tatil sitesinde ev sahibiyim.
Ankara'da Amerikan Büyükelçiliği'ne vize için başvurdum. Bir hafta sonra Amerikan Büyükelçisi, zamanın ünlüsü Macomber'in imzasını taşıyan bir resmi mektup geldi.
"Vize dilekçeniz alınmıştır. İşleme konması için şu belgeleri eklemeniz gerekmektedir.. Türkiye'deki mallarınızın tapuları.. Banka hesaplarınızın resmi bilgileri.. İşyerinizden alacağınız bir yıllık maaş bordroları.. Falan.. Filan.."
Yani, "Benim Türkiye ile sağlam bağlarım var. Onları terk edip Amerika'da kalamam" diyeceğim ve belgelerimle de bunu kanıtlayacağım.
Oturdum bir cevap yazdım.
"Bay Macomber, ABD Ankara Büyükelçisi..
Mektubunuzu aldım. Bilesiniz ki, benim ülkenizde yerleşme, orda yaşama gibi bir niyetim asla olmadı. Tersine
ben sırf 'Amerika'da yaşayalım' dediği için Amerikalı eşimi boşadım. Sefaret kayıtlarınızda vardır. Çünkü orda boşandık. 1976'dan 1983'e dek bir Amerikalıyla evliydim. Bu bana süresiz vize talep etme hakkı verirdi. İstemedim. Bu bana, Amerika'ya serbestçe girip çıkma, orda çalışma hakkı veren
Yeşil Kart talep etme hakkı verirdi. İstemedim. Bu bana Amerikan Vatandaşı olma hakkı verirdi. Onu da istemedim.
Çünkü ben Amerika'da yaşamayı, hele oraları gezip gördükten sonra hiç istemedim.
Bu vize talebimin sebebi, Los Angeles'ta yapılacak Olimpiyat Oyunları'dır. Hepsi bu
kadar!."
İki gün sonra, meslektaşım, sevgili Ağabeyim
Doğan Poyraz aradı.
Amerikan Haberler Merkezi USİS'in Türk müdürü ve Amerikan Elçiliği'nin basın danışmanıydı. Beni de çok severdi.
"Hıncal ne yaptın sen?. Sefaret birbirine girdi.. Mektubun Amerikan devletine ve onun Büyükelçisi'ne hakaret olarak değerlendiriliyor. Kıyamet koptu. Sana vize verecekler. Ama ne olur, o mektubu geri al" dedi.
"Seni mi kıracağım Doğan Ağabey" dedim.. "Hemen bugün geri alırım. Ama o mektup durup dururken değil, bir mektuba cevap olarak yazıldı.. Orijinal mektup geri alınsın ki, ben de kendiminkini alayım.."
Ses seda çıkmadı.
Üç gün sonra pasaportum geldi. Açtım.. Ömür boyu vize vermişler.. Güldüm..
Gittim
Los Angeles'a.. Uçaktan indik.. Pasaport polisi 40 gişe falan.. Hepsinin önünde yüzlerce metre kuyruk.. Ben de birine girdim, bekliyorum.. En az bir saat ordayız.. Bir kadın görevli dolaşıyor, kuyruk boyu.. Herkesin elindeki evraklara bakıyor, tamam mı, eksiği var mı, diye ki, gişe önünde bekleme olmasın.. Ben de uzattım. Pasaportu açtı. Vizeme baktı, sonra şaşkın bir ifadeyle bana döndü..
"Siz niye burda bekliyorsunuz" dedi..
Beni elimden tuttu. Garip bir yerde bomboş bir gişe varmış. Oraya gittik. Polis bakmadı bile.. Tak mühür!. Anında geçtik..
Nasıl bir VİP (Çok Önemli Kişi) vizesi vermişlerse artık..