Tam 23 sene sonra Çanakkale'ye yeniden gittim.. Karadan.. Osman Gazi Köprüsü'nden geçerek..
Tuzla'da kız kardeşimle kahvaltı edip çıktık yola.. Altı saat sonra Çanakkale'de ağbimle çorba içiyorduk.. 4.5 saat sürdü yol, bizim Gönen sahillerinde verdiğimiz bir saatlik molayı saymazsanız..
İstanbul'dan Çanakkale'ye kadar nasıl mükemmel bir bölünmüş yol.. Nasıl keyifle gidiyorsunuz?. Oysa 1960 yazıydı ilk gidişim Çanakkale'ye.. Babam alay komutanıydı orda.. Bir yokuşta önünüzde bir kamyon varsa, ardına takılır, 15 kilometre hızla giderdiniz yarım saat!. Daracık iki şeritti çünkü.. Sabırsız sollamalar da baş kaza sebebi.. Şimdi İstanbul'dan bas gaza.. Frene Çanakkale'de dokun.. Öylesi gelişmiş, yollar.. Gel de dua etme..
Eleştirmek, yerden yere vurmak, ne kadar hakkımızsa, "Teşekkür etmek" de o kadar görevimiz.. Ama hani bu ülkenin güzelliklerini yazanlar.. Ekrana çıkıp anlatanlar?.
Biz siyaseti bile bilmiyoruz..
Bandırma'nın kenar mahallelerinden geçtik.. Vay vay!.. Oralar çok uzak tarlalardı ben küçükken.. Şimdi modern binalarla siteler oluşmuş.. Nüfus beş misli artınca..
Bir de sanayi!. Adım başı fabrika..
Geç geç bitmiyor fabrikalar..
Ekonomiye katkı bir yana.. Bir de istihdam..
Tarım mevsimlik işçi ister. Oysa fabrika devamlı, düzenli..
Devam ediyoruz.. Denize yaklaştık gene.. Yol kenarında Caner.. Bizim Caner.. Muhammed ya da Ercan'dan biri izinli olunca, direksiyona geçer.
Gönenli.. Yıllık izinde.. Bitmiş dönüyor.
Bizimle dönecek. Onu aldık yoldan "Ördek" diye.. Eski deyimdir..
Şehirlerarası otobüslerde, şoför ve muavin ek gelir için kenardan adam toplardı o yıllarda. "Ördek" derdik onlara..
Gidiyoruz.. Kenarda bir yol ayrımı..
"Denizkent" yazıyor. Caner "Burda bir mola verelim. Manzara harikadır" dedi.. Okeyledim.. İki üç katlı, bahçeli villalardan oluşan bir sitenin içinden geçip sahile geldik.. Orada harabeden hallice bir tesis.. Dökülen masa ve sandalyeler.. Oturduk.. Bir kumsal ki, iki tarafta göz alabildiğine uzanıyor..
Günlerden cumartesi.. Kumsalda dört brandalı çardak var.. Her birinin altında iki kişi.. O yüzlerce metre kumsalda sekiz insan var.. Bizim kafede ise, biz..
Üçümüz!. Sekiz kişi ile Fransız, ya da İtalyan Rivierasını düşünün.. Gülersiniz değil mi?.
Caner gösterdi.. Koyun karşısı Erdek!. 1960'dan 69'a tam on tatilimi Erdek'te geçirdim, Dünya Kampı'nda..
Kamp dediğim mahruti çadırlar..
Sadece devlet kampları, Ziraat Bankası, PTT falan kamplarında motel gibi bitişik odalar vardı, bina.. Yazmıştım ya..
Pınar Motel diye iki katlı minik otelde de Vehbi Bey (Koç) tatil yapardı..
Bodrum icat edilince Erdek iyice bitti.. Nasıl bitmesin.. Orda mevsim üç bile değil, 2.5 ay olursa iyi.. Haziran, temmuz, ağustosun da yarısı.. Bu kadar kısa mevsim için, çadırdan başka yatırım olur mu?.
Hayatımın en kötü kahvesini içtim..
Belli şehre indiklerinde bir kilo almışlar..
En az iki senelik.. Bitirememişler ki.. Bir saat boyu, hem de tatil, hem de tam günün civcivli saati bir, tek bir kahve siparişi alırsa adam ne yapsın?.
Gönen'den sonra yol daha da güzelleşti.. Hava muhteşem.. Sağınızdan deniz kokusu geliyor mis.. Sağınızdan çam ormanları kokusu daha mis?.
Bu iki muhteşem kokunun böyle bir birine karıştığı başka bir yer var mı dünyada acaba?.
Yarın devam edeceğim, bu cennet yolu anlatmaya.. Sonra da Çanakkale..