Günlerdir, öğleden sonra Roland Garros, Fransız Açık Tenis Turnuvası'nı izliyorum. Daha doğrusu izlemeye çalışıyorum. Dünyanın en büyük dört turnuvasından biri.. Dünyanın en iyileri gelirler buraya..
Ve de en iyilerin perişan haline bakın..
Hiçbir maçın favorisi yok. Herkes herkesi yeniyor.. Biri ilk seti 6-1 alıyor. Öteki ikinciyi, 6-0!. Olacak şey mi?.
Dünya listesinin tepesinde olanlar, seri başları çeyrek finale bile kalamıyorlar..
Adını herkesin ezber bildiği Djokoviç gencecik bir delikanlıya üç sette gitti. Son sette halka taktı, Avusturyalı, Djoko'ya.. 6-0!..
Fileye gelmek, winner yani sayı getiren vuruş yapmak nerdeyse yasaklanmış. Herkes sabırla çevirip rakibin basit hata yapmasını bekliyor..
Maçı en çok winner vuran kazanmıyor. En çok basit hata yapan kaybediyor..
Efendim şimdi top filenin üzerinde 28 defa gidip geliyormuş..
Ralliler uzun oluyormuş yani..
Ralliniz batsın. File üzerinden gidip gelecek topa meraklı olsam, Fransa Açık'a değil, yaşadığım Alkent'in tenis sahasına giderim. Komşular da o kadar ralli yapıyor..
Maçları Eurosport'ta anlatanlar da bu uzun rallilere bayılıyor..
28 korkak vuruşa "Vay be ne uzun ralli" diye alkış tutuluyor.
Yarı finaller başladı, henüz dolu bir kort görmedim. Seyirci de bıkmış bu git gel tenisinden..
Ve de o "Sportmen" tenis seyircisi iyice yok olmuş.. Benim zamanımda kaybedilen puanları alkışlamak ayıptı. Şimdi çift hata çılgınca tezahürat alıyor..
Daha beteri.. İlk defa bu yıl bir zirve turnuvada "Yuh"lar başladı.. Seyirci genelde adı az bilineni tutuyor. Tutmadığı ünlüyü de yuhalıyor, iyi mi?.