Salı haftanın en yoğun günüdür benim için.. Sabah 9.5'ta evden çıkış.. Çarşambanın yazıları..
12.30'da İsmet'in Bahçesine hareket..
Salı Yemeği.. 20 yıllık gelenek, dostlarla..
İsmet, İsmet Kolay.. Bahçesi Arnavutköy Yokuşunda.. Aslında müthiş bir manav.. Ne ararsan, en güzeli ile var. Bahçede de her salı bizim için kurulan masa var. İsmet bu hafta yoktu. Hafta sonu kalbi hafif teklemiş, 10 sene evvel benimkinin teklediği gibi.. Stent takmışlar aynen. Sağlığı gayet iyi ama, bir süre dinlenmesi lazım tabii.. Bütün Salı ekibi, geçmiş olsun dileklerini iletiyor, İsmet Kardeş..
Yemekten doğru 90a çekimine..
Yaş 78 dostlar unutmayın..
Çekim bitti, program bitmedi. Ritz Otelde sevgili dost İnci Aksoy'un 25.
Yıl Kutlaması var, saat altıda.. Doğru oraya..
Saat sekizde de Pera'da Gülsin Onay gecesi. Dünya çapında piyanist ve dünya çapında dostum.. Bir koşu daha..
Gece yarısına doğru eve döndüğümde ayakta duracak halim kalmamıştı ama nasıl mutluydum.. Bir gecede "İki anıt" yaşamak ne güzeldi...
Biri kurumsal. Ekav Art!...
Öteki bireysel Gülsin Onay!..
***
Ritz Oteli'nin altındaki Ekavart Galerisi girdiğimde tıklım tıklımdı zaten. Tüm dostları Sevgili İnci'yi yalnız bırakmamışlar.. Ordalar.. 25 yılın her yılı için seçilmiş 25 sanatçı da birer eserleriyle orda.. Keyfe bakar mısınız?.
İnci sarmaş dolaş olduktan sonra Marcus Graf'la tanıştırdı beni.. Küratör oymuş. Sanatçılar beşer eserlerini vermişler Graf'a.. O birer tane seçmiş..
Ekav bir anıt, Türk Kültür Yaşamı'nda.. Sergileri, seminerleri, sohbet toplantılarıyla vazgeçilmez.. Ne badireler atlattı ama İnci'nin inancı ve direnci ile ayakta durdu, bir de internet televizyonu ekleyerek. Bu açılışı da ordan izleyebilirsiniz zaten. www.arttv.com.tr En gencinden en ustasına sanatçılarla kucaklaşmak ayrı bir keyif oldu benim için yorgunluğumu unutturan..
Muzaffer Akyol Ustam.. Gören tüm arkadaşlarımın hayran kaldığı Sümela'nın Gözü'nü yapıp şöminemim üstüne koyan usta.. "Gözüm nasıl" dedi.. "Gözüm gibi bakıyorum" dedim..
"Çizginin feylesofu" dediğim Gürbüz Doğan Ekşioğlu.. Evimdeki en çarpıcı eserlerden.. Denizin üzerinde bir tahterevalli.. İki ucunda iki kafes.
Bir tarafta bir kuş var, kafesin içinde..
Denge bozulursa, kafesle birlikte denizin dibini boylayacak. Öte yanda bir kuş var, kafesin üstünde.. Uçarsa, öteki kuş ölecek..
Her gelen dosta soruyorum..
"Hangi kuşun yerinde olmak istemezdiniz?." Siz de sorun kendinize bakalım?.
Ve Ardan, Sevgili Özmenoğlu..
Cenevre'de ikinci sergisini açmış..
Üçüncü için tarih istemişler şimdiden..
Bunlar hep İnci sayesinde tanıdıklarım..
Ayrılırken "Nasıl buldun" dedi İnci?.
"Nefret ettim" dedim gülerek..
İnci şoke oldu aniden.. Devam ettim..
"Bana 25 yaş daha yaşlandığımı hatırlattı da ondan.." Ne çabuk geçmiş çeyrek asır be İnci!. Ne çabuk geçmiş.. Einstein Usta haklı..
Demek ki, iyi geçmiş, bu kadar hızlı geldiğine göre, bana.
***
Gülsin Onay için adını sevmediğim bir vakıf (Görev Vakfı.. Böyle işler görev değil, Gönül işidir oysa..) bir gece düzenlemiş.
"Yüzünden Müzik Okunuyor" diye bir belgesel çekmiş.
Martı Zeyrek diye bir genç kız.. Ama nasıl yaşından çok büyük bir iş yapmış, yazarak, çekerek ve kurgulayarak. Yaklaşık bir saat süren Gülsin Onay belgeselini zevkle izledik.
Sonra Gülsin geldi, Pera Palas'ın o çok sevdiğim salonundaki piyanonun başına.. Onu ilk kez dinlediğim günü hatırladım..
Londra'da, dünyanın en ünlü konser salonlarının başında geliyor.
Biri orada çaldı mı, tanıtımına yazar "Wigmore Hall'de çaldı" diye.. Kapısında Gülsin Onay afişi var.. "Buna gitmemiz lazım" dedim, Hüseyin Özer kardeşime.. cebinden iki bilet çıkardı.. "Ben seni bilmem mi, işlem çoktan tamam" dedi.
Gülsin'i dinlemek beni mest etti..
İngilizlerin bitmez tükenmez alkışlarını izlemek de, nasıl gurur.. Hele Adnan Saygun'u ayakta alkışladılar.. Gülsin, her konserinde hocası ve filmde öğrendim, hayat boyu mektuplaştığı dert ortağı Adnan Saygun'u mutlak çalar.
Hocasına jest değil, "Türk Beşleri'ni dünya tanısın" diye.
Nasıl coşturmuştu Saygun, Wigmore Hall'i.. Tıpkı salı gecesi Pera Palas salonunu ayağa kaldırdığı gibi..
Gülsin, Beethoven Ay Işığı Sonatı birinci bölümle açtı.. Adam aşkın müziğini yazmış.. Arada kısa kısa enfes örnekler verip, hayatta en çok sevdiği iki besteci Saygun ve Chopin'le bitirdi ama, mümkün mü?.
Geldi bir de Mozart çaldı.. Tabii Allaturca.. Yani Türk Marşı..
Gece yarısı, 12'ye doğru başımı yastığa koyarkenki yorgunluğumu anlatmam mümkün değil..
Uzandım..
Ellerimi yukarı kaldırdım..
"Tanrım" dedim.. "Herkese böyle yorgunluklar nasip et!."