Sayfamdaki pek de kısa sayılmayacak öyküyü okuduğumda ilkokul üçüncü sınıftaydım. Babamın aldığı Milli Eğitim Bakanlığı yayını Kısa Hikayeler kitabındaki öykülerden biriydi ve Bandırma'daki evimizin önündeki tozlu yoldan başka oyun yeri ve oyuncağı olmayan benim için ne kadar anlamlıydı.
O yıllardan hatırladığım bir şey daha var.. Nerdeyse nefret ettiğim 10 Kasımlar..
Buz gibi havada bizi hem de tepedeki Birinci İlkokul bahçesinde dizerlerdi.O zaman çocuklar kısa pantolon giydikleri için bacaklarım kıpkırmızı olurdu..
Konuşanlar anlatırdı. Şiirler okunurdu.. O tamam.. Ama o bitmez tükenmez gelen bir dakika saygı duruşu yok mu?. Birbirimize bakardık.. Yahu içinden yas gelmezken, yaslı gibi durmak ne zordu. Birbirimize bakarken gülmemiz gelirdi. Sıkıysa gül.. En ağır ceza tehlikesi..
Şehirde her türlü eğlence yasak.. Her eğlence yeri kapalı.. Sokaklarda koşup oynamak bile ayıp..
1960'lı yıllarda Cüneyt Ağabey'le Delta Ajans'ta PR (Halkla İlişkiler) Müdürü ile çalışmaya başladım. Atilla Sunay, zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın oğlu, Cüneyt Ağbi'nin asker arkadaşıydı.
Bir dosya hazırladım, "Arkadaşın bunu babasına versin" diye..
"Atatürk'ü sahte yaslarla değil, neşeyle, gururla, coşarak analım" diye.. Cüneyt ağbi oğul Sunay'a verdi ama sonra ne oldu bilmem. Sonuç çıkmadı.
1981'de 150 bin satan Erkekçemle, kampanyayı ben başlattım. O dosyanın özünü derginin baş yazısı yaptım. Babı Ali'de dostum ne kadar yazı işleri müdürü, köşe yazarı varsa aradım "Destekleyin" dedim.. Sağolsun desteklediler ve 10 Kasım tam da benim dediğim gibi bir Atatürk'ü Anma günü oldu. Sahte yaslar kalktı. Yerini coşku aldı.