17 Mayıs 2000..
Kopenhag'ın Parken Stadı.. Çepeçevre tribünler, korner bayraklarının gerisindeki dört kuleye yaslanıyor.. Bu kulelerde televizyon ekipleri çalışıyor..
Kaptan ve ben (Ona hayat boyu "Kaptan" dedim.. Galatasaray geleneğinde iki şey devamlıdır.
Başkanlık ve kaptanlık) bu kulelerden birinde izliyoruz maçı.. TRT idi galiba, yayıncı kuruluş. İkimizden ara ara yorum istedi. Kırmadık. Santra çizgisindeki basın tribünü yerine, kale arkasına, hem de köşeye oturduk..
Ama ne harika tesadüf olmuş, iyi yeri bırakıp, kötü yere geçmemiz..
Penaltılar bizim olduğumuz kaleye atıldı. O penaltıları en iyi gören iki gazeteci olduk.. Dahası.. En güzeli..
En unutulmazı.. Popescu penaltıyı atıyordu..
Atarsa iş bitiyor, Galatasaray, Türk tarihinde bir ilki başarıyor, Avrupa şampiyonu oluyordu..
Kaptan da, ben de ayaktaydık..
Onu bilmem.. Popescu topa koşarken, gözlerimi bir an yumdum..
Açtığımda gene Popescu'yu gördüm..
Penaltı noktasından bir yay çizerek bize doğru koşuyordu.. Top ağlarda, Galatasaray şampiyon ve şampiyonluk golünün sahibi Popescu, o müthiş şampiyonluk sevinci ile bizim oturduğumuz, daha doğrusu oturamadığımız yere doğru koşuyor. Tabloya bakar mısınız?.
Kaptan'la nasıl sarıldık birbirimize sevinçten yaşlı gözlerimizle..
Nasıl sımsıkı.. Nasıl zıplayarak..
Turgay Şeren'le hayatımızın en mutlu anlarından biriydi, o sahne..
***
Kaptanı ilk duyduğumda Antakya 3. Ortaokulu birinci sınıfındaydım. 12 yaşında.. O da henüz 19 yaşındaydı..
Ama ne 19!..
Yıl 1951..
Berlin'de mucizeler yaratmıştı gencecik Turgay.
Herberger'in üç sene sonra Dünya Şampiyonu olacak Almanyası'nı Berlin'de yenmiştik. Daha doğrusu Turgay yenmişti..
Almanlara saç baş yolduran, sayısı unutulmaz kurtarışlar yaparak..
Öyle efsane olmuştu ki Berlin Panteri, adı, iki golümüzü atanları da geçmişti.. Hâlâ hatırlamam golcüleri..
Öylesine..
***
Tanışmamız sekiz yıl sonra gerçekleşti..
Yıl 1959!.
O Galatasaray'ın kaptanlığına devam ediyordu. Ben
Ankara'da Yeni Gün'de mesleğe yeni başlamış çaylak gazeteci..
Orhan Şeref Apak, "Milli Lig" adıyla, Türkiye'nin ilk deplasmanlı ligini İstanbul, Ankara ve İzmir'den takımlar alarak kurmuştu.
Takımların maddi gücü deplasman masraflarını doğru dürüst karşılayamadığı için, bir deplasmanda iki maç oynanırdı, cumartesi pazar.. Takımlar da trenle giderlerdi deplasmana.. Bu yüzden de erken giderlerdi ki, yol yorgunluğunu atlatıp, iki günde iki maçı çıkarsınlar.
Bugünün sevgililerine Ferrari hediye eden futbolcularına kara trenle deplasmana gidip iki günde iki maç oynamayı bir söyleyin de düşünsünler, hele bir.. Siz de düşünün, tabii..
Kaptan ne mi alırdı?.
Valla o yıllarda Hasnun Galip'e gitmiştim hayatımda ilk defa.. Bana kulübün yönetildiği binayı gezdirdiler..
Büyükçe bir ev salonu işte.. Orada bir basket potası vardı.. Bir genç adam tek başına idman yapıyordu..
"Bu Yalçın Granit" dediler..
"Çocuk basketbol aşığı.. Haftada dört beş gün gelir, tek başına çalışır.. Her gelişinde de 25 kuruş verirler çocuğa, masraf.. Yazık değil mi?. Oysa Turgay mesela antrenman başına 10 mislini alır.. 10 misli.. Vay be!.. 2.5 lira.. Yazı ile.. İki buçuk.." Neyse.. Belvü diye bir otelde kalırdı genelde üç büyükler deplasmana geldiklerinde.. Perşembe sabahı trenden inerlerdi.. Belvü gazeteye iki kilometre topu topu.. Yani yakın (!).. Yürüyerek giderdik.. Zaten başka gidiş de yok.. Cepte para yok ki, taksiye binesin.. Öyle "Masraf" falan diye ödeme de yok.. En çaylak ben olunca da, maçlara kadar Ankara günlerinde haber ve röportaj yapmak benim görevim..
Giderdim..
Beşiktaş'ta Baba Recep, Fener'de Lefter ve Şeref Has başta, Ankaralı tıfıl gazeteciye nasıl dost, kardeş davranırlardı..
Ama Galatasaray bambaşkaydı..
Antrenör Baba Gündüz ve Kaptan Turgay nasıl bağırlarına basmışlardı beni..
Kampa ilk gittim.. Yemek zamanı yaklaşırken usulca doğruldum..
"Nereye" dedi, Kaptan.. "Otur orda..
Yemeği birlikte yiyeceğiz.." Başka zamanlarda kapısının önünden geçemeyeceğimiz Belvü'de yemek ne demekti o zamanlar bilir misiniz?.
Yemekten sonra, Baba Gündüz işaret etti.. Gittim.. "Çocuklar saat onda yatacaklar.. Sen gitme konuşuruz" dedi..
Baba Gündüz.. Türk Futbolunun en efsane adamı, adını bile bilmediği Ankaralı bir çocuk gazeteci ile sohbet edecek.. Bu ne demekti benim için bilir misiniz?.
O gece saat üçe geliyordu "Baba" beni bıraktığında.. 4 saat boyunca o konuşmuştu hep.. Ben dinlemiştim.
Baba bana futbolun derinliklerini, sistemleri, taktikleri anlatıyordu, dünyadan örnekler vererek.. Futbolun temel eğitimini veriyordu.. Ben futbolu Galatasaray kamplarında Baba Gündüz'den öğrendim, desem yeridir.
Galatasaray'ın Ankara gelişlerini iple çeker oldum..
19 Mayıs Stadı'ndaki antrenmandan Belvü'ye beraber dönerdik.
Akşam yemeğini Turgay'ın masasında, Suat, ve Kral Metin'le yerdik..
Bana nasıl içten yakınlık gösterirlerdi.. Metin bir "Hayatım" derdi mesela..
Ankaralı hayranlar otelin önünde toplanır "Metin.. Metin" diye tezahürat yaparlardı, sıfır altı bilmem kaç derecede, Metin kapıya çıksın da, yakından görsünler diye.. Hele bir de imza alabilirlerse..
O Metin benim arkadaşımdı, koltuklara gömülüp sohbet ettiğimiz.. O Turgay, o Suat, o Kadri, o İsfendiyar arkadaşlarımdı hep.. Öyle sıcaktı Galatasaray kampı.. Baba Gündüz ve Kaptan sayesinde..
Hemen her antrenman ve maç dönüşü Turgay'ın bacakları kan içinde olurdu..
O zaman çim rüyada bile görülmezdi..
Toprak saha.. Beton gibi..
Kışın yağış.. Balçık, batak olmasın diye, Ankara'da kömür tozu dökülürdü, İstanbul'da deniz kumu.. O zaman da zımpara..
O zeminlere, gözü kara uçardı Turgay.. Zımparada kaydı mı, kan revan.. Betona düştü mü, sakatlık..
Ama o zaman bugünkü gibi "Uf oldum, beni çıkar" işareti yok.. Değil sakat, ölsen 90 dakika oyunda kalacaksın.
Oyuncu değişme yok.. Önemli maçsa, hatta sahaya sakat sakat çıkıp oynayacaksın..
Seni mumya gibi sarıp sarmalayacaklar..
2000 yılında Kopenhag'da biten 4 yıllık Galatasaray Şampiyonlar Ligi macerasının her deplasmanına, Turgay kaptanla beraber bittik.. Dizleri nerdeyse sıfırı tükettiği için zor yürüyordu..
Ben de yanından ayrılmıyor, koluna giriyordum.. Bekliyordum ki, iyileşecek..
Neden sonra anladım ki, sakatlığı geçici değil, kalıcı..
"Nasıl oldu Kaptan" diye sordum bir defasında.. "İnönü Stadı taşlığının hatırası" dedi.. "Bu dizlerin üzerine uça uça, bu hale getirdik onları.. Ben yürüyebildiğime şükrediyorum.."
***
Futbolu bıraktı bir ara antrenörlük yaptı.. Galatasaray'ın başına geçti.
En kötü sezonunu yaşadı Galatasaray o sene, bir yığın sebeple.. Nerdeyse küme düşüyordu. Turgay o günlerde bir mektup aldı..
"Kardeşim Turgay, iradenle, Galatasaray aşkınla, tecrübenle, bilginle, zor dönemde olan kulübünü sıkıntıdan kurtaracaksın" diyordu mektup.. ve de altında şu imzaya bakın!..
"Faruk Ilgaz.. Fenerbahçe Kulübü Başkanı.." O zamanlar Fenerbahçe Başkanları
için Ezeli Rekabet, ebedi dostluk
vardı..
Rekabet lafını unutturup "Düşman" sözcüğünü futbol lügatına sokanlar, "Hiçbir Galatasaraylı benim dostum değildir" diyenler, o devirde akla hayale bile gelmezlerdi..
Metin Oktay'ın jübilesinde Fener- Galatasaray sahaya çıkar, Metin Fener, Can Galatasaray forması ile oynarlardı..
Turgay Şeren, hayatının son günlerinde kendisini ziyaret eden Fenerli dostlarının getirdiği Fenerbahçe formasını giymiş, o formayla resim çektirmişti, belki "Düşman da düşman" diye çığlık atanlar ders alırlar diye..
***
Antrenörlük işini sevmedi.. Gündüz ve Coşkun ağabeylerinin yolunda yürüyüp gazeteci, yorumcu olmaya karar verdi..
Ben 1990'da Sabah'a girdiğimde ordaydı.. Beraber de çalıştık. Fikirlerimiz pek uymazdı..
Bir gün onun yazısını eleştirdim..
Kimsenin günahını almayayım ama, ona gaz verenleri tahmin ediyorum..
Çok ağır bir yazı yazdı benim için..
Yazının çıktığı gün, tesadüfe bakın.. Yolda yürüyorum.. O da karşıdan geliyor.. Uzaktan beni görünce, yol değiştirmeye kalkmaz mı?.
Karşı kaldırıma geçti.. Fırladım koştum peşinden..
"Kaptan" dedim, "Fikirler değişik olabilir, ama seninle kardeşliğimiz bitmez.. Sana kızmam, darılmam söz konusu değil.. Üzüldüm tabii.. Ama o kadar.."
Ondan sonra bir daha aramıza kimse giremedi, gene çok defa ayrı fikirlerde olduk ama, işimizi dostluğumuza hiç karıştırmadık..
***
Bir "Adanmış" ömür bitti..
Destanlar yazarak bitti. Ama o benim hep Kaptanım.. Hep dostum kalacak..
Yaşadığım sürece..